7 Temmuz 2012 Cumartesi

II.Abdülhamid Dönemi Suriye ve Lübnan

II.Abdülhamid Dönemi Suriye ve Lübnan

1517 den sonra Yavuz Sultan Selim’in Arap dünyası üzerinde hem askeri hem de hilafet makamı kanalı ile tesis ettiği Osmanlı hakimiyeti ,Arapları Osmanlı şemsiyesi altında yaşayan Müslüman topluluklardan nüfus ve geniş yaşam alanı olarak ön plana çıkarıyordu.Osmanlı hakimiyeti tarihi çok eski Türk-Arap ilişkilerini yeni bir döneme taşıyordu.
Bu tarihten sonra Osmanlı Millet sistemi içersinde yerini alan Araplar imtiyazlı ve mümtaz bir yere sahip olurken Kavm-i Necip( Temiz kavim ) olarak adlandırılıyorlardı.Osmanlı merkez idaresinin Araplar üzerinde ki hakimiyeti coğrafi bölgelere göre farklılık göstermiştir.

Maşrik diye adlandırılan Irak ve Suriye dahil Arap yarımadası gibi bölgelerde eyalet sistemi uygulanırken Mağrip diye adlandırılan Fas,Cezayir ,Tunus gibi bölgelerde merkezden daha bağımsız özerk idare sistemleri uygulanmıştır.

İmparatorluğun çöküşüne paralel olarak Arap yaşam alanlarındaki idare aksaklıkları dahi bozulmaları su üstüne çıkmıştır.Özellikle 19.yy ortalarında başlayan yada başka bir tabirle fosil yakıtların bu topraklardaki keşfi ile batı tarafından başlatılan Arap Milliyetçiliği fikri uyanışının idari bozulmalarda ki payı büyüktür.Biraz daha geriye gidilirse batı devletlerinin‘’Şark Sorunu’’ diye adlandırdığı Osmanlının imhası ve kaynak alanlarına nüfuz planın en önemli argümanı Araplardır.Napolyonun 1798 Mısır işgalinden hemen sonra Mısırda El-Tahtavi ile başlayan vatanseverlik hareketi buna ilk örnektir.Fransa başta olmak üzreAvrupa da Arap yaşam alanlarına ilgi Avrupa üniversitelerinde Arap kürsülerinin kurulması ve batı sermayeli şirketlerin tesis edilmesi şeklinde devam etti.BatınınArap dünyasında bir Arap milliyetçiliği fikri akımı oluşturmak için 19.yy başında başvurduğu iletişim kaynakları- çok enteresan bir tezattır-misyonerler,ruhban okulları ve entelektüel aktivistlerdi.Tabir doğru ise Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyor ancak yok satıyor.Batının bu gün Osmanlının mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti içersinde Kürtler üzerindeki yaklaşım paterninin 200 yıl öncesi ile benzerlikleri hayret vericidir.

Arap milli uyanışının başlangıç noktası batı, irtibat kaynağı misyonerler olduğu üzre bu fikriyatın ilk etkilediği gruplar Hristiyan Araplar olmuştur ki bölge de Lübnan’dır.Lübnan bu noktada giriş köprüsü vazifesi görürken ilk açılımlarda Suriyede ki unsurlarla olmuştur.1856 Islahat Fermanı en büyük yankısını Lübnan da bulmuştur.Tarih birkez daha ve bir kere daha doğrular ki gardınız düşüp de tavize başlarsanız taviz taviz üstüne vermeye mahkumsunuzdur ,kadife eldiven asla çelik yumruk kadar saygı görmez.1860 da yabancılar tarafından Lübnan da Islahat fermanının sağladığı ortam gereği açılan okul sayısı 33 tür.Bu okullardan yetişen ve ileride Arap ayrılıkçı hareketinin fikir önderleri olacak bu Hristiyan gençler Türklerle dine bağlı ortak bir yaşamdansa şanlı Arap geçmişine vurgular yaparlar.Nasif Yazıcı,ButrusEl-Bustani,Amerikan misyoner Ely Smith,Cornellius Van Dyke sayılabilecek örneklerdir.

Özellikle Bustani’nin 1859-60 yıllarındaçıkardığı gazete ‘’Nefir Suriye’’ ‘’Suriye Topluluğu’’ Jön Türklerden ilham alarak vatan sevgisini işliyor ,Osmanlı toprakları içersinde ırk temelli bağımsız bir Suriye Arap devleti felesefesini gündemde tutuyordu.Aynen Islahat Fermanının sağladığı tavizler sayesinde mantar gibi türeyen misyoner okulları gibi bir anda sayıları 50 yi aşan fikir cemiyetleride Arapların İmparatorluktan kopuşuna zemin hazırlıyordu.Gene enteresandır ki bu derneklerin kurucuları arasında da Müslümanlar yoktur.İlki Cizvit papaz misyonerleri tarafından kurulan Oriental Cemiyetini daha sonra Müslümanlarında üye olduğu ‘’ElCemiyettü’l İlmiye El Suriye ‘’ izler.

Özellikle diğerleri yanında ön plana çıkan bu cemiyet ‘’kötü Türk idaresine karşı tam bağımsız Arap devletleri ‘’temelli propagandasıyla taraftar sayısını arttırıyordu.Samimiyetle bu düşünce etrafına toplanan Arap gençleri eski efendi Türkleri tüm vatanseverlik hisleriile kovmaya çalışırken yeni efendileri batılı anglo saxonların onlar üzerinde tesis edeceği azınlık iktidarlarına tabi cetvelle haritalar üzerinde çizilmiş ülkecikleri etbetteki hayal etmiyorlardı.Bu noktadan bakıldığında Arap milliyetçiliğinin nüvesi olan şehir, fikri ve siyasi olarak cemiyetleri ve gazeteleri ile Beyrut’tur.

Bir ayrı tartışma konusu olur ki Jön-Türkhareketi içersindeki Süleyman Paşa ve Ahmet Vefik Paşanın eserleri ,merkeziyönetime başkaldırma hareketi içersindeki Arap aydınlarına iyi bir temel oluşturacaktı.1870 li yıllarda yayınlanan’’ Basiret’’ gibi gazetelerde Osmanlı Jön-Türk fikriyatına uygun bir Arap fikriyatı gelişimi izlenir ki bu bir tesadüf olmadığı gibi merkezdeki bu akımların taşrayı cesaretlendirdiği hakikattır.Zamanla Beyrut’ta ki mason localarıda etkin roller oynamaya başlamıştır.

Pek çok tarihçi tarafından fiili olarakOsmanlının son padişahı II Abdülhamid iktidara geldiğinde Lübnan ve Suriye bölgesinde genel hal özetle böyledir.Padişahın gittikçe artan bir yoğunlukla merkezi idareyi kuvvetlendirme çalışmaları Arap yaşam alanlarında en büyük karşı tepkiyi Lübnan ve Suriyede bulmuştur.1877-78 Osmanlı –Rus savaşı yenilgisi bu faaliyetlerin cesaretle ivme kazanmasına ön ayak olmuştur.Bu dönemde Hristiyan kökenli başlayan hareket Müslüman unsurlarıda saflarına çekebilmek için var gücüyle çalışır.

İstanbul’un hızla ivme kazanan bu olaylar karşısındaki tutumu Beyruttan başlayarak özel yetkili görevlilerle bu cemiyet mensuplarını dağıtmak ve baskı altına almak şeklinde olmuştur.Padişahın bu vesile ile Suriye’ye genel vali olarak atanan Mithad Paşa’dan beklentileri çok yüksektir.Mithad paşanın İstanbul’a gönderdiği kriptolar tedbirlerin yetersizliğini durumun giderek vahamete sürüklendiğini işaret eder.Ve bu kriptolarda Paşa özellikle Fransa’nın bölgenin etnik ve mezhepsel gruplarını manüple ettiğinden bahseder.İngiliz ve Fransız misyoner hareketlerinden bahseder.Ancak enteresan bir tezat olarak Arap ayrılıkçı hareketlerinden ve önderlerinden bahsetmez ki dönemin bölge gazeteleri onu yere göğe sığdıramıyany azılarla doludur.Yerel halkın Paşadan ‘’Memnuniyeti’’ uzun sürmez ,1879 da İstanbul onu görevden alır.

Yerine atanan Ahmed Hamdi Paşanın durum analizi yapamaması ve yanlış uygulamaları büyük bir handikap olur.1882-1885 de ortaya çıkan iki hadise Arap ihtilalci hareketlerini etkilemiştir.Biri Mısırdaki Urabi paşa isyanı diğeri ise Sudan da ortaya çıkan Mehdi hareketidir.Hareketlerin ortak felsefesi Türkleri Arap ülkelerinden kovmak otonom Arap idareleri kurmaktır.Batının da ilgiyle izleyip destek verdiği gelişmeler çarpıcıdır.

Ancak İstanbul’un II Abdülhamid idaresinde buraları başıboş bıraktığını söylemek büyük haksızlık olur.Özellikle Müslüman unsurlar üzerine yöneltilen Pan-İslamizm vurgusu çözülme hızını azaltmıştır.Aynı politika eş zamanlı olarak Hicaz ,Basrave Yemen’de de hayata geçirilmişti.Misyoner ve Batılı eğitim kurumlarına karşı bölgede bir eğitim hamlesine başlanmış ard arda okullar açılmıştır.Özellikle göçebe bedeviler kırsalda yaşayan Araplar üzerinde II Abdülhamid’in tedbirleri etkili oldu ve ayrılıkçı hareketler yavaşlar ,duralar gibi olmasına rağmen sonlandırılamadı.Bölgenin yabancı etkisine açıklığı çok çarpıcı bir örnekle açıklanabilir; 1870-71 Fransız Alman savaşında 15 bin Lübnanlı Hristiyan ve Müslüman Arap Fransız saflarında savaşmak için gönüllü olurken ,Din kardeşleri Türkler 1877-78 de Rus harbine girerken bir gönüllü dahi göndermemeleri çok anlamlıdır.

İngiltere ise Dürzi ve Nusayri gruplar üzerinde çalışmaktadır.Bölgedeki gruplara İngiliz eliyle silah dağıtılıyordu.

1895 yılı Arap ayrılıkçı hareketinde bir dönüm noktası olarak sayılabilir.Bu tarihte Suriyede bir milli Arap komitesi kurulur ,bu dönemin fikir önderi ve II Abdülhamid düşmanı Halep’li Müslüman bir aileden gelen Abdurrahman El-Kevakabi ‘dir.Hristiyan Araplar nüvesi ile başlayan hareket artık Hicazdan Suriyeye tüm Müslüman Araplarıda kavramıştır.Hilafetin tekrar Arabistana getirilmesi ,kureyş soyundan bir halife iktidarı gibi söylemleri ile Kevakabi ,Müslüman Arap Milliyetçilerinin fikir babası sayılır.

Enteresandır,Osmanlı görece bitap gözüktüğü bu durumda dahi tedbirler almaya çalışmıştır. Dönemin teknik imkanları düşünüldüğünde Osmanlının arap ayrılıkçı hareketinin Amerikada ki faaliyetlerini bile takip edip tedbirler almaya çalıştığı dönemin Washington sefiri Ali Ferruh Beyin İstanbul ile yaptığı yazışmalardan anlaşılmaktadır.Osmanlı Dışişleri bu dönemde olağan üstü gayretli ve metodik çalışarak aynı mücadeleyi Avrupa kentlerindede göstermiştir.

II Abdülhamid dönemi tedbirleri Arap ayrılıkçı akımı hareketini tam olarak önleyememiş ise de belli düzeylerde tutma başarısını göstermişti ancak II Jön Türk hareketinin gelişmesine paralel olarak yükselen Arap Milliyetçi hareketinin önüne geçilememiştir.