24 Şubat 2012 Cuma

93 Harbi Sonrası Büyük Göç ,Elveda Rumeli.. 10 Ay süren Türk-Rus savaşında Osmanlı uzun tarihinin en büyük sınavını vermiştir demek yanlış olmaz.1877-1878 savaşında gençler cephede erirken ,halk yani Türk ve Müslüman halk işgal,çete,baskın,soygun,tecavüz,katliam,göç,açlık ve salgın hastalık kabuslarıyla mücadele ediyordu.Aynı sıkıntılar sadece Rumelide değil savaşın dayandığı Erzurum ve Doğu Anadoluda da yaşanıyordu.İstanbul’a sağnak yağmur gibi can havliyle göçmen akıyordu.Camiler,meydanlar göçmenlerle dolup taşıyor geçici iskan barakaları istanbulda yeni mahalleler oluşturuyordu.Bu ortamda gelen Gazi Osman paşa ve askerlerinin destansı Plevne savunması adına yakılan Türküler yada marşlar dahi topluma ümit vermekten uzaktı.
Osmanlı tarihi 93 Harbi ve etkilerini büyük seferberlik olarak yazar ama ne zaman biliyormusunuz tam 40 yıl sonra I.Dünya savaşı seferberliği yaşandıktan sonra her iki seferberliği daha doğrusu acıları yaşayanlar 93 Harbine Büyük seferberlik adını vermiştir.
Kırım savaşında uluslar arası destek alan yani Osmanlı deyimiyle ‘’Düvel-i Muazzama’’yı yanında bulan Osmanlı bu sefer yalnızdır ,1873 ve 75 kıtlıklarıda umutsuzluğun üzerine tuz biber gibi bir de açlığı eklemiştir.Babı Ali ve ordu sorunlar yumağıdır.Yolsuzluklar ,dış borçlar,iç siyasette muhalif hareketler,güven bunalımları tam bir kargaşa yaratmaktadır.Hersekte ayaklanma,Karadağda ayaklanma,Doğu sorunu,Bulgaristanda ayaklanma ,talebe hareketleri vs vs olaylar tam bir kabus tam bir karabasan tasviridir.
Bu korkunç tablo yaşanırken Süleyman Paşa dağılan birlikleri Filibede toplamaya yeniden mukavemet merkezi oluşturmaya çalışırken düşmanın Edirneyi işgal haberi bu son çabayıda yıkmıştır.
Kazak süvarilerinin kaçmaya çalışan kafilelere sivil asker kadın çocuk demeden amansızlığı her türlü insani değerin askerlik onurunun haysiyetin dışındadır.Yetiştikleri tüm kafileleri hilafsız kılıçtan geçirmişlerdir.
Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi o günleri anlatır;
‘’ "Ahali zaten ürkmüş ve tetik üzerinde bulunur olduğundan, düşmanın İşve ve Hamidli geçitlerinden tecavüz ettiği gün, araba ve hayvanları ile, bunları bulamayanlar ise yayanca, Zağra Çırpan üstünden kaçmaya başladılar. Yardımcı askerler dahi dağıldı. Bu firari askerler Çırpan, Eski Zağra, İzlâdi ve Karlova taraflarından yollara dökülen binlerce muhacire bir kat daha dehşet verdiler. Kabacık ve Sekbanlı istasyonlarına mahşer gibi
toplanmış, karlar üstünde şimendifer bekleyen biçare ahali bu korkuyla Edirne'ye ve Kırcaali dağlarına yürüdüler. Yollarda ve istasyonlarda terk olunan kıymetli eşyaların, at ve hayvanların hesabı yoktu. Evlâdını taşıyamayanların,'Araba getirip sizi alacağız!' diye aldatıp bıraktıkları masumlar karlar üstünde bekleşe kalmışlardı. Herkes can derdine düştüğünden, geriden gelip faciayı görenler de bir âhı teessüfle yanlarından geçip giderlerdi.Ruslardan kaçan yüz binlerce ahali, sel önündeki çer çöp gibi, imkân nereye müsait olursa o tarafa akıp gitmekte,ana baba evladını ve evlat ana babayı terk etmekte, o şiddetli kışta kırlarda kar üstünde yatmaktaydılar.Her işin tedbirinde noksanlık olduğu gibi, muhacirlerle dolu katarlar haftalarca yollarda tutuldu ve birçokları öldü. Mütareke görüşmeleri için hususi trenle Kızanlık'a hareket eden Server ve Namık paşalar muhacirlerin dehşet verici manzarasını görmemek için trende gizlenmeye mecbur olmuşlardı.Diğer yandan Moskof orduları her taraftan Edirne'yi kuşatmış; öncüleri ise Çatalca'ya erişmişlerdi.Bunlar, yetiştikleri muhacirleri soyarak vahşetle katlettiler. Yollarda soğuktan donarak, kalabalık yüzünden vagonlardan dökülerek ölenler de sayısızdı."

93 Harbinin iki meşum gecesi 8-9 Ocak 1877


‘’0 günlerin hazin öyküsü, Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi'nin, "Tarihçe-i Vak'a-i Zağra -Hercümerc-i Kıt'a-i Rumeli" adlı yapıtında ayrıntılarıyla anlatılır. Balkanlarda şiddetli bir kışın başladığı 1878'in ilk günlerinde, Zağra Müftüsü'nün deyimiyle, tam bir "hercümerç" yaşanmıştır. Şıpka'dan sonra önünde bir engel kalmayan Rus birliklerinin Sofya ovasına inişi,erzakı tükenmiş olarak ricat eden Osmanlı taburlarınınsa, Yıldız Sarayı'ndan gelen buyruklarla savunmada tutulmaya çalışılması, paşalar arasındaki anlaşmazlıklar; Sofya'dan Bergos'a kadar, Türk ahalisinin, köy köy, kasaba kasaba arabalarını yükleyip "göçmen" olmak üzerelerken İstanbul'dan gelen, "Ateşkes ilan edildi. Asker ve ahali çekilmesin!" telgraflarına inanıp evlerine dönmeleri; 10 saat sonra, "Ahaliyi hicret ettirin, mala eşyaya bakacak gün değildir!" yollu telgraflar üzerine, yataklarından fırlayanların karlara, buzlara, bataklara dala çıka yollara dökülüşleri...
İşte tarihin bir insanlık dramı o meşum 8-9 Ocak 1878 gecesi başlamış; Osmanlı devletinin, Rumeli'nde 195 bin kilometrekare toprak kaybını belgeleyen Ayastefanos Önbarış Antlaşması'nın Mart 1878'de imzalanmasına değin, iki ay sürmüştür. Artık, Sofya-İstanbul arasında perişan kafileler vardır ve bu, yüzyıllar önce fethedilen Balkan topraklarına Anadolu'dan göçenlerin Evlâd-ı Fatihan' denilen torunlarının, ricat eden ordunun ardına takılıp '93 Muhacirleri' kimliğiyle geri dönüşü olmuştur. Bu dönüş, bir 'muhaceret' sürecinin başlangıcı olup arkası çorap söküğü gibi gelecek; Girit, Selanik, Bulgaristan, Romanya ve Mübadele' muhacirleri, fasılalarla Türkiye'ye sefalet ve gözyaşı taşıyacaklardır.’’

İstanbulda Durum

Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi', "Tarihçe-i Vak'a-i Zağra - Hercümerc-i Kıt'a-i Rumeli" adlı yapıtında, 93 Harbi'ne ilişkin olarak Balkanlar'da yaşananların, İstanbul'a yansımasını da anlatır:
"Rumeli'nden boşanan yüz binlerce ahali, araba ve hayvanla, trenle yahut yaya, gece ve gündüz demeyip İstanbul'a döküldüler. Son nefesteki canlarını, Payitaht-ı Saltanat'a ve İstanbulluların merhamet kucaklarına attılar. Sirkeci mevkii, Ayasofya, Sultanahmet, Yenicami, Nuruosmaniye ve diğer camilerle birçok mektep ve binaların avluları ve bütün meydanlar, mahşere döndü . Trenler tasavvur olunmaz bir halde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insan örülmüº idi. Soğuktan donarak düşenler istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı.Bunların çoğu açlıktan ve soğuktan kırıldı. Allanın hikmeti, o günlerde şiddetli fırtınalar kar ve yağmurlar durmayıp bu biçarelerin üzerinden geçti. Vagonlardaki sıkışıklık ve ızdırap içinde lohusalar nice anneler yavrularıyla telef olup gittiler."
İstanbul'a gelen Rumeli göçmenlerinin öyküsü ve o günlerin İstanbul'undaki genel hava, Nedim Gök'ün "Rumeli'nden Anadolu'ya Türk Göçleri" (Ankara 1994) adlı yapıtında da yer alır: "İki saatte bir, 20-30 vagon dolu olduğu halde bir tren geliyordu. (...) Vagonlardan inen muhacirlere, ilk önce Sirkeci Garı'nda, Sermaye-şefkat-i Osmaniyye ve Baron de Hirsch Komitesi tarafından, çorba ve ekmek veriliyordu. En muhtaç olanlarına yün battaniyeler dağıtılıyor, hasta olanların, 4-5 yataklı hasta odasında ilk tedavileri
yapılıyordu. (...) 15-24 Ocak 1878 arasında gelen 80 bin muhacirle, İstanbul'daki göçmen sayısı, 150 bine yükselmişti. Bu akın sonucu gelenlerin çoğu, açıkta kaldılar. İstanbul'da yer bulunamadığı için Edirne-İstanbul demiryolu hattı boyunca, 25-30 bin muhacir perişan durumda kalmıştı. 31 Ocak'ta Edirne Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra da göçün devam etmesi üzerine, şehirdeki izdihamı azaltmak için, muhacirlerin bir kısmının taşraya sevki kararlaştırıldı. Yine de 4 Mart'ta İstanbul'daki muhacir mevcudu
200 bine ulaşmış bulunuyordu."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder