7 Temmuz 2012 Cumartesi

II.Abdülhamid Dönemi Suriye ve Lübnan

II.Abdülhamid Dönemi Suriye ve Lübnan

1517 den sonra Yavuz Sultan Selim’in Arap dünyası üzerinde hem askeri hem de hilafet makamı kanalı ile tesis ettiği Osmanlı hakimiyeti ,Arapları Osmanlı şemsiyesi altında yaşayan Müslüman topluluklardan nüfus ve geniş yaşam alanı olarak ön plana çıkarıyordu.Osmanlı hakimiyeti tarihi çok eski Türk-Arap ilişkilerini yeni bir döneme taşıyordu.
Bu tarihten sonra Osmanlı Millet sistemi içersinde yerini alan Araplar imtiyazlı ve mümtaz bir yere sahip olurken Kavm-i Necip( Temiz kavim ) olarak adlandırılıyorlardı.Osmanlı merkez idaresinin Araplar üzerinde ki hakimiyeti coğrafi bölgelere göre farklılık göstermiştir.

Maşrik diye adlandırılan Irak ve Suriye dahil Arap yarımadası gibi bölgelerde eyalet sistemi uygulanırken Mağrip diye adlandırılan Fas,Cezayir ,Tunus gibi bölgelerde merkezden daha bağımsız özerk idare sistemleri uygulanmıştır.

İmparatorluğun çöküşüne paralel olarak Arap yaşam alanlarındaki idare aksaklıkları dahi bozulmaları su üstüne çıkmıştır.Özellikle 19.yy ortalarında başlayan yada başka bir tabirle fosil yakıtların bu topraklardaki keşfi ile batı tarafından başlatılan Arap Milliyetçiliği fikri uyanışının idari bozulmalarda ki payı büyüktür.Biraz daha geriye gidilirse batı devletlerinin‘’Şark Sorunu’’ diye adlandırdığı Osmanlının imhası ve kaynak alanlarına nüfuz planın en önemli argümanı Araplardır.Napolyonun 1798 Mısır işgalinden hemen sonra Mısırda El-Tahtavi ile başlayan vatanseverlik hareketi buna ilk örnektir.Fransa başta olmak üzreAvrupa da Arap yaşam alanlarına ilgi Avrupa üniversitelerinde Arap kürsülerinin kurulması ve batı sermayeli şirketlerin tesis edilmesi şeklinde devam etti.BatınınArap dünyasında bir Arap milliyetçiliği fikri akımı oluşturmak için 19.yy başında başvurduğu iletişim kaynakları- çok enteresan bir tezattır-misyonerler,ruhban okulları ve entelektüel aktivistlerdi.Tabir doğru ise Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyor ancak yok satıyor.Batının bu gün Osmanlının mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti içersinde Kürtler üzerindeki yaklaşım paterninin 200 yıl öncesi ile benzerlikleri hayret vericidir.

Arap milli uyanışının başlangıç noktası batı, irtibat kaynağı misyonerler olduğu üzre bu fikriyatın ilk etkilediği gruplar Hristiyan Araplar olmuştur ki bölge de Lübnan’dır.Lübnan bu noktada giriş köprüsü vazifesi görürken ilk açılımlarda Suriyede ki unsurlarla olmuştur.1856 Islahat Fermanı en büyük yankısını Lübnan da bulmuştur.Tarih birkez daha ve bir kere daha doğrular ki gardınız düşüp de tavize başlarsanız taviz taviz üstüne vermeye mahkumsunuzdur ,kadife eldiven asla çelik yumruk kadar saygı görmez.1860 da yabancılar tarafından Lübnan da Islahat fermanının sağladığı ortam gereği açılan okul sayısı 33 tür.Bu okullardan yetişen ve ileride Arap ayrılıkçı hareketinin fikir önderleri olacak bu Hristiyan gençler Türklerle dine bağlı ortak bir yaşamdansa şanlı Arap geçmişine vurgular yaparlar.Nasif Yazıcı,ButrusEl-Bustani,Amerikan misyoner Ely Smith,Cornellius Van Dyke sayılabilecek örneklerdir.

Özellikle Bustani’nin 1859-60 yıllarındaçıkardığı gazete ‘’Nefir Suriye’’ ‘’Suriye Topluluğu’’ Jön Türklerden ilham alarak vatan sevgisini işliyor ,Osmanlı toprakları içersinde ırk temelli bağımsız bir Suriye Arap devleti felesefesini gündemde tutuyordu.Aynen Islahat Fermanının sağladığı tavizler sayesinde mantar gibi türeyen misyoner okulları gibi bir anda sayıları 50 yi aşan fikir cemiyetleride Arapların İmparatorluktan kopuşuna zemin hazırlıyordu.Gene enteresandır ki bu derneklerin kurucuları arasında da Müslümanlar yoktur.İlki Cizvit papaz misyonerleri tarafından kurulan Oriental Cemiyetini daha sonra Müslümanlarında üye olduğu ‘’ElCemiyettü’l İlmiye El Suriye ‘’ izler.

Özellikle diğerleri yanında ön plana çıkan bu cemiyet ‘’kötü Türk idaresine karşı tam bağımsız Arap devletleri ‘’temelli propagandasıyla taraftar sayısını arttırıyordu.Samimiyetle bu düşünce etrafına toplanan Arap gençleri eski efendi Türkleri tüm vatanseverlik hisleriile kovmaya çalışırken yeni efendileri batılı anglo saxonların onlar üzerinde tesis edeceği azınlık iktidarlarına tabi cetvelle haritalar üzerinde çizilmiş ülkecikleri etbetteki hayal etmiyorlardı.Bu noktadan bakıldığında Arap milliyetçiliğinin nüvesi olan şehir, fikri ve siyasi olarak cemiyetleri ve gazeteleri ile Beyrut’tur.

Bir ayrı tartışma konusu olur ki Jön-Türkhareketi içersindeki Süleyman Paşa ve Ahmet Vefik Paşanın eserleri ,merkeziyönetime başkaldırma hareketi içersindeki Arap aydınlarına iyi bir temel oluşturacaktı.1870 li yıllarda yayınlanan’’ Basiret’’ gibi gazetelerde Osmanlı Jön-Türk fikriyatına uygun bir Arap fikriyatı gelişimi izlenir ki bu bir tesadüf olmadığı gibi merkezdeki bu akımların taşrayı cesaretlendirdiği hakikattır.Zamanla Beyrut’ta ki mason localarıda etkin roller oynamaya başlamıştır.

Pek çok tarihçi tarafından fiili olarakOsmanlının son padişahı II Abdülhamid iktidara geldiğinde Lübnan ve Suriye bölgesinde genel hal özetle böyledir.Padişahın gittikçe artan bir yoğunlukla merkezi idareyi kuvvetlendirme çalışmaları Arap yaşam alanlarında en büyük karşı tepkiyi Lübnan ve Suriyede bulmuştur.1877-78 Osmanlı –Rus savaşı yenilgisi bu faaliyetlerin cesaretle ivme kazanmasına ön ayak olmuştur.Bu dönemde Hristiyan kökenli başlayan hareket Müslüman unsurlarıda saflarına çekebilmek için var gücüyle çalışır.

İstanbul’un hızla ivme kazanan bu olaylar karşısındaki tutumu Beyruttan başlayarak özel yetkili görevlilerle bu cemiyet mensuplarını dağıtmak ve baskı altına almak şeklinde olmuştur.Padişahın bu vesile ile Suriye’ye genel vali olarak atanan Mithad Paşa’dan beklentileri çok yüksektir.Mithad paşanın İstanbul’a gönderdiği kriptolar tedbirlerin yetersizliğini durumun giderek vahamete sürüklendiğini işaret eder.Ve bu kriptolarda Paşa özellikle Fransa’nın bölgenin etnik ve mezhepsel gruplarını manüple ettiğinden bahseder.İngiliz ve Fransız misyoner hareketlerinden bahseder.Ancak enteresan bir tezat olarak Arap ayrılıkçı hareketlerinden ve önderlerinden bahsetmez ki dönemin bölge gazeteleri onu yere göğe sığdıramıyany azılarla doludur.Yerel halkın Paşadan ‘’Memnuniyeti’’ uzun sürmez ,1879 da İstanbul onu görevden alır.

Yerine atanan Ahmed Hamdi Paşanın durum analizi yapamaması ve yanlış uygulamaları büyük bir handikap olur.1882-1885 de ortaya çıkan iki hadise Arap ihtilalci hareketlerini etkilemiştir.Biri Mısırdaki Urabi paşa isyanı diğeri ise Sudan da ortaya çıkan Mehdi hareketidir.Hareketlerin ortak felsefesi Türkleri Arap ülkelerinden kovmak otonom Arap idareleri kurmaktır.Batının da ilgiyle izleyip destek verdiği gelişmeler çarpıcıdır.

Ancak İstanbul’un II Abdülhamid idaresinde buraları başıboş bıraktığını söylemek büyük haksızlık olur.Özellikle Müslüman unsurlar üzerine yöneltilen Pan-İslamizm vurgusu çözülme hızını azaltmıştır.Aynı politika eş zamanlı olarak Hicaz ,Basrave Yemen’de de hayata geçirilmişti.Misyoner ve Batılı eğitim kurumlarına karşı bölgede bir eğitim hamlesine başlanmış ard arda okullar açılmıştır.Özellikle göçebe bedeviler kırsalda yaşayan Araplar üzerinde II Abdülhamid’in tedbirleri etkili oldu ve ayrılıkçı hareketler yavaşlar ,duralar gibi olmasına rağmen sonlandırılamadı.Bölgenin yabancı etkisine açıklığı çok çarpıcı bir örnekle açıklanabilir; 1870-71 Fransız Alman savaşında 15 bin Lübnanlı Hristiyan ve Müslüman Arap Fransız saflarında savaşmak için gönüllü olurken ,Din kardeşleri Türkler 1877-78 de Rus harbine girerken bir gönüllü dahi göndermemeleri çok anlamlıdır.

İngiltere ise Dürzi ve Nusayri gruplar üzerinde çalışmaktadır.Bölgedeki gruplara İngiliz eliyle silah dağıtılıyordu.

1895 yılı Arap ayrılıkçı hareketinde bir dönüm noktası olarak sayılabilir.Bu tarihte Suriyede bir milli Arap komitesi kurulur ,bu dönemin fikir önderi ve II Abdülhamid düşmanı Halep’li Müslüman bir aileden gelen Abdurrahman El-Kevakabi ‘dir.Hristiyan Araplar nüvesi ile başlayan hareket artık Hicazdan Suriyeye tüm Müslüman Araplarıda kavramıştır.Hilafetin tekrar Arabistana getirilmesi ,kureyş soyundan bir halife iktidarı gibi söylemleri ile Kevakabi ,Müslüman Arap Milliyetçilerinin fikir babası sayılır.

Enteresandır,Osmanlı görece bitap gözüktüğü bu durumda dahi tedbirler almaya çalışmıştır. Dönemin teknik imkanları düşünüldüğünde Osmanlının arap ayrılıkçı hareketinin Amerikada ki faaliyetlerini bile takip edip tedbirler almaya çalıştığı dönemin Washington sefiri Ali Ferruh Beyin İstanbul ile yaptığı yazışmalardan anlaşılmaktadır.Osmanlı Dışişleri bu dönemde olağan üstü gayretli ve metodik çalışarak aynı mücadeleyi Avrupa kentlerindede göstermiştir.

II Abdülhamid dönemi tedbirleri Arap ayrılıkçı akımı hareketini tam olarak önleyememiş ise de belli düzeylerde tutma başarısını göstermişti ancak II Jön Türk hareketinin gelişmesine paralel olarak yükselen Arap Milliyetçi hareketinin önüne geçilememiştir.

25 Mart 2012 Pazar

Balkanlar ; Osmanlının Baş Belası Komitacılık ve Balkan Savaşı

Osmanlı Fatih döneminde Balkanların fethini tamamladığında dahi Arnavutluk ve Karadağın yüksek dağlık kesimlerine tam anlamıyla hakim olamadı.1790 lara kadar yayla ile ova arasında ki denge 1790 lara kadar devam etti.Fransız ihtilalinin Balkanlarda ki etkisi yadsınamaz.1820 Mora kanlı Mora isyanıyla başlayan çetelerle mücadele süreci Kurtuluş Savaşın da son çete artıkları imha edilene kadar yüz yıllık bir süre devam etti.
Eşkıya yada Eşkıyalık kavramı sadece Osmanlı değil zamanın diğer devletleri içinde sorundu aslında.Ancak Osmanlının hükmettiği geniş coğrafyada çöllerde Bedeviler asi Vahabbiler,Doğu Anadoluda aşiretler ve Balkanlarda ki etnik eşkıyalar gündelik hayatın parçalarıydı.
19 yy da Balkanların etnik eşkıyaları bağımsızlık davasında komitacılar oluverdiler.
Komitacılığın merkez üssü Makedonya idi.Makedonlar,Bulgarlar,Sırplar ve Yunanlıların hakimiyet için mücadele verdiği bir alandı.Osmanlı ise düzeni korumak adına mücadele veriyordu.1800 lerin sonunda Makedonyada özerklik için çarpışan Santralist adlı grupla Bulgar yanlısı Vrohovistler grubu hem birbirleriyle hemde Türk askeriyle savaşıyorlardı.Bulgar yanlısı gurup Bulgarlardan her türlü desteği alıyor ve kan döküyordu.Daha sonra Yunanlılarda Makedonyada ki komitacılık faaliyetlerine katılmışlar özellikle Giritte Osmanlıya karşı gerilla harbinde uzmanlaşmış Giritlileri komitacı olarak Rumeliye sürmüştür.Aralarında en meşhur olanının adı Akritas tır ki yaklaşık elli yıl sonra Kıbrısta sahneye konacak planın adı da Akritas planı olacaktır.Ayrıca Sırplar,Arnavutlar ve Karadağlılar da bu kervana eklenmiş kendi bölgelerinde komitacılık faaliyetlerine başlamışlardı.Bulgar yanlısı güçlerin 1902 tarihinde ve 1903 te başlattığı iki ayaklanma bastırlmış ancak Rumeli bir savaş ,mücadele alanı haline gelmişti.Ecdat yadigarı topraklarda ki Türklerin ise durumu vahimdir.Ne bu etnik unsurlar gibi iyi bir örgütlenmeleri ne de eğitim sistemleri vardır.Kural değişmez Türk unsuru imparatorluğun tüm yükünü çeker nimetler ise bunlar tarafından paylaşılırdı.
Çeteler yabancılarıda kaçırıp fidye istiyorlardı ancak çarpıcı olanı kendi askerinin maaşını tayınını veremiyen Osmanlı Avrupalılar karşısında küçük düşmeme adına bu fidyeleri ödüyordu.Olaylar komitacıları cesaretlendirecek gelişmelerle sürüyor tedhiş eylemleri artarak devam ediyordu.Tren soygunları dahi yapılır hale gelmişti.
Ordu canla başla çabalıyor ancak bir düzine devlet tarafından desteklenen bu faaliyetlerin önüne geçilemiyordu.Yakalanan komitacılar konsoloslar nezaretinde zindanlardan çıkartılıyor mücadeleyi veren Türkler bunu çaresizlikle seyretmekle yetiniyorlardı.
Türk köyleri basılıyor katliamlar yapılıyor ,askerin takibi başlayınca hücre evleri gibi kullandıkları kiliselere sığınıyorlardı,buralar basılır ise Osmanlıya Avrupalı devletlerden nota üzerine nota yağıyordu Hristiyanların baskı gördüğüne dair..
Hemen hepsi Anadolu ve Egeden gelen sayısız askerin bu uğurda can vermesi ile günler geceler süren nöbetler ve takipler boyunca artık klasik asker görüntüsünden ziyade eşkıyanın taktiklerini ona karşı kullanan komitacı imajı ile asker imajının birbirine karıştığı bir görüntü ortaya çıkar.Ancak bu gayrinizami savaş konusunda uzmanlaşmak başka bir zamanda yani Kurtuluş savaşında işe yarayacak düzenli ordunun dağıldığı ve henüz kurulma aşamasında olduğu bir dönemde Kuvayı Milliye milisleri hem düzenli orduları oyalayıp zaman kazandıracak hem de Rum ve Ermeni çetelerinin daha büyük çaplı kıyım yapmalarına engel olacaktır.Tarihin cilvesi olarak Türkler yüz yıl boyunca kendilerine karşı uygulanan taktiği milli kurtuluş mücadelelerinde düşmana karşı kullanmışlardır.
20 yy.ın ilk yıllarında Balkanlar görüntü itibariyle barut fıçısıdır.Hatta savaşların anası I.dünya savaşını kıvılcımıda Balkanlara nasip olacaktır.Balkan harbi öncesinde Balkan devletleri Osmanlının içine düştüğü durumu iyi analiz etmiş ancak teker teker harp ilanınında bir sonuç getirmeyeceğini fark ederek Osmanlıya karşı ortak idealler çerçevesinde birleşmişlerdi.Başta Bulgarlar olmak üzere iyi bir hazırlık planlı bir seferberlik dönemi geçirdiler.
Bu arada Osmanlı-İtalya savaşı sürmektedir.Savaşın kaçınılmaz gözüktüğü Osmanlı tarafındada belirgin fikirdir ancak Osmanlı devlet ricalinde fikir ayrılıkları çok daha fazladır.Balkan savaşı esnasında uygulanacak iki taktik fikir birbiriyle Çatışma halindedir.Goltz paşanın (Baron Von der Goltz) Türkler önce savunmada kalmalı fikri ile dönemin Genelkurmay Başkanı Nazım Paşanın Sürekli Taaruz harekatı fikri.
Baron Goltz Prusya-Alman ordusunun parlak subaylarından biriyken 1883 te Osmanlı ünüforması giymiş 1916 yılında Bağdatta Osmanlı 6.ordusunun başında tifüsten ölüp İstanbula defnedinele kadar askeri danışman sıfatıyla hizmet vermiştir.1897 Türk-Yunan savaşının kazanılmasın taktiksel olarak başarıda payı vardır.Elbette ki öncelikle Alman çıkarları için İstanbuldaydı bu inkar edilemez ancak askeri danışman sıfatıyla gönderilmiş pek çok soytarıdan daha fazla Osmanlıya hizmetleri vardır.Ancak modernizasyon tekliflerinin çoğu geri çevrildiği gibi en enteresan teklifi savaş zamanı askerin açlık yaşamaması adına cephe gerisinde konserve fabrikaları kurulma önerisi ‘’Bizim asker meşakkate alışkındır’’ diyerek geri çevrilmesidir.Açlık Balkan savaşındada en büyük düşman olmaya devam edecektir.
Goltz bu kadar geniş sınırların savunulamıyacağını,sınırların daralıp daha merkezi savunmanın başarılı olacağını savunuyordu.Teorisinide Osmanlının Afrika ve Avrupa da Anadoluda olduğu kadar kökleşilemediğini ve İstanbulun jeostratejik konum itibariyle artık başkent olmaya uygun olmadığını Konya yada Kayserinin işgal tehdidine daha az açık olduğu savlarıyla destekliyordu.Kurtuluş savaşı sırasında bu tezler destek görmüştür.
Goltz’un Balkan savaşları ile ilgili tahmini şöyleydi ;’’ Ülkeleri ve güç kaynakları dar ancak toplu olan Balkan ülkeleri başlangıçta kazanacaklar,Ülkeleri ve güç kaynakları geniş ve dağınık Türkler toparlanarak durumu dengeleyecektir.Bu nedenle Türklerin en başta savunma harbi yapıp düşmanın direncini kırması yeterli gücü yığdıktan sonra taaruza geçerek düşmanı imha etmesi gerekir.’’
Bu görüşler Nazım Paşanın fikirleriyle taban tabana zıttı.Fransız subayı Grandmaison ın çok moda olan taaruz harekatı fikri ona daha yatkındı.Osmanlı genelkurmayı tarafından hazırlanan hücüm planı ‘’Plan 5’’ üzerinde değişiklik yapmayı bile düşünmedi Nazım paşa.
Ordu bir milletin varoluş teminatıdır ve her dönem için güçlü bir ordu ve ordunun bağrından çıkmış iyi komuta heyeti elzemdir.Milli ordunun idare yetkisi yabancılara yada yabancı ekollere bırakılamaz.
Plan 5 e göre sınır birlikleri derhal Bulgaristana girecek bunlar Bulgarları hırpalarken düşman iitfakın dengesi bozulacak süratle saldıran Osmanlı orduları kolay bir zafere ulaşacaktı.Seferberlik halindeki birlikleri gezen Nazım Paşa ‘’Merasim elbiselerinizi hazırlayınız,iki ay sonra Sofya ya gireceksiniz’’ gibi iddialı söylevler verirken Bulgarlar çoktan seferberliklerini tamamlamışlardı.Kolay zafer kazanacak Türk ordusu ise Balkan devletlerinin hazırlıkları bilindiği halde savaş tecrübesi olan 100 tabur askerini terhis etmiş yada İtalyan tehlikesine karşı Batı Anadoluya ve Yemen deki bitmez tükenmez isyanlara kaydırmıştı.Rumelide savaş çok yakın olduğu dönemde dahi seferberlik mevcudunun 3 te 1 ne ancak ulaşılmıştı.Bu eğitimsiz acemi birlikler taaruz harekatı yapmaktan çok uzaktı.
Dört Balkan ülkesi( Bulgaristan,Sırbistan,Karadağ ve Yunanistan) 30 Eylül 1912 de seferberlik ilan eder.Osmanlı İtalya ile savaş halindedir.Alelacele tüm İtalyan isteklerinin kabul edildiği Uşi anlaşmasını imzalayıp tüm sıklet merkezini Balkanlar olarak değiştirmek istedilersede 1 Ekimde geç başlatılan seferberlikle yeter sayılara ulaşmak mümkün olmayacaktı.Oysa görece rahat dönem geçirmiş Balkan devletlerinin hazırlıkları tamdı ve eski efendilerini Avrupadan sürmek adına moralleri ve inançlarıda yüksekti.
Karadağlılar savaş ilanını bile beklemeden sınır ihlallerine başlamışlardı.Oysa hazırlık için saatlere bile ihtiyacı olan Osmanlı 16 Ekim günü savaşı ilan eden taraf oldu.
18 Ekim günü resmen muharebeler başladı.Nazım paşanın kolorduları hücüma kaldıran mesajları yığınağını tamamlayamamış Osmanlı ordularının düzenini bozmaktan ve asker kaybetmekten başka bir işe yaramadı.Kesinlikle hazır Bulgarlar 22-23 Ekimde Kırklareli 29-30 Ekimde Lüleburgaz Muharebelerini kazanıp Edirneyi kuşattı.Düzensiz bir şekilde ağırlıklarını bırakarak çekilen Türk kuvvetleri ancak Gelibolu Çatalca hattında istihkamlar oluşturarak tutunabildiler.Doğu Trakyanın büyük bir kısmı Nazım Paşanın taaruz hayalleri arasında 15 gün içinde düşman istilasına uğramıştı dört koldan.Batıda bulunan Türk Vardar Ordusu 22-24 Ekimde Kumanovada Sırplar karşısında hatlarını kaybedip çekilerek Arnavutluka doğru çekildi.Uzmanlara göre Vardar ordusu harbi daha geride Üsküp veya Manastır yakınlarında kabullenseydi Sırplar ikmal hatlarından uzaklaştırabilir ve avantajlı bir konuma gelebilirdi.Ancak bu orduda yeterli seviyede olmadığı halde kati hücüm emri almıştı.Vardar ordusu çekilince daha doğuda ki Usturuma kolordusunun da dayanağı çöktü.Bu gelişen durum Türk tarihine Türk savaş tarihine Türklüğe bir utanç ve ibret vesikası bir kara leke bıraktı ; Selanik valisi Nazım ve Selanik Garnizonu komutanı Tahsin utanç verici bir şekilde savaşmadan teslim oldular, şehri hediye ettiler.Halbuki yenilgilere rağmen Osmanlı doğu ordusu Gelibolu Çatalca hattını,Edirne kalesini Batı ordusuda Yanya ve İşkodrayı 5 ay ellerinde tutmuştu ,bu direnişe Selanik eklenseydi durum çok daha değişik olabilirdi.İhanetin sonucu bu kadar büyüktür. Halbuki Doğu ordusu Edirne ve Istrancalar arasında savunmada kalabilir.Batı ordusu makedonyada zaman kazanabilirdi.Bu iki ordu varlığını sürdürebildiği takdirde Anadoludan gelen yeni takviyelerle,İtalya savaşı yüzünden coğrafi olarak dağıtılmış birliklerin toparlanabilmesiyle düşmana güçlü bir taaruzla cevap verilebilirdi.Barışı sürdürmenin olanaksız olduğu bellidir ancak ilk savaş ilan eden taraf olmanında zaman açısından gereksizliği ortadadır.Osmanlı ordusu bu ilk onbeşgün içersindeki kayıpların yarattığı yıkımdan kurtulamadı.Edirnenin geri alınması için yapılan taaruzlar sonuçsuz kaldı.Esat Paşanın Yanya da HasanRıza paşanın İşkodra da Cavit paşanın Arnavutlukta direnen askerleri çaresiz kaldılar.Bu Türk tarihinin en büyük felaketlerinden biridir.Yanya (Epir),Arnavutluk,Teselya,Makedonya,Ege Adaları,Batı Trakya elden çıkar ,düşen topraklar da yaşanan katliamlar tecavüzler soygun ve yağmalar ise tarifi imkansız acıları Türk’e yaşatmıştır.Kıyımdan kaçabilenler 93 harbinden sonra en büyük göç dalgasıyla Anadoluya akmışlardır.
Müslüman Boşnaklarda bu zulme katliama aynen Türkler gibi uğramıştır.Sreberinaca daki Sırp katliamının 14.yılının anıldığı dün ( 11.07.2009) 8000 i aşkın Boşnak müslümanın yattığı toplu mezarlara baktığınızda ,Saraybosna da Mostar köprüsünü yıkan Hırvat topçusunun gözüne, Sırpların her yıl Kosova ovasında yaktığı ağıtlara ,Yunanistanda Batı Trakya Türklerine yapılan Muameleye ,daha düne kadar Bulgaristanda varolan Toplama kamplarına,Makedonya da Türk köylerinin görüntüsüne fakirlik ve izbeliğe bakarsanız Balkanlar da Türk ‘e duyulan nefretin günümüzdede canlılığından bir şey kaybetmediğini kesinlikle görürsünüz.Tarihi bilerek politikalar üretmek ,barışa taraftar olup eğer cenk şart isede ona da tümüyle hazır olmak şarttır.
23 Martta eski payitaht Edirne düşer ,kirli Bulgar çizmeleri bir utanç vesikası olarak Sinanın Selimiyesini kirletir.Tanrı bir kez daha yaşatmasın.Edirnenin kurtarılması 29 Haziranda Başlayan 2.balkan Savaşının ilk ayına rastlar.
1913 yılı Mayıs ayında barış anlaşması imzalanır Londra anlaşmasına göre Arnavutluk bağımsızlığını kazanır,Girit yunan toprağı olarak tanınır,Osmanlı sınırı Midye-Enez hattı olur( Edirne ve Kırklareli Bulgarlarda kalmıştır.)Güney Makedonya ve Selanik Yunanistana Kuzey ve orta Makedonya Sırbistana bırakılr.Silistre Romanyaya verilir.İkinci Anavatan Rumeli 550 yıl sonra terk edilir milyonlarca göçmen katledilen yüzbinler tablo korkunçtur.Meşhur Bab-ı Ali baskını Ocak 1913 te yaşanmış gelişen süreç içersinde Kabineyi kuran Mahmut Şevket Paşanın da suikaste kurban gitmesiyle İttihat ve Terakki yönetime tamamen el koymuştur.
Osmanlı ganimetini yağma aşaması Balkan devletlerini birbirine düşürür.2.Balkan harbi diye adlandırılan safhadır.Sırbistan ittifak esnasında kendisine ayrılan harekat çizgisinden daha büyük bir alanı işgal etmiş ve geri vermeyi reddetmiştir.Diğer taraftan aslan payını Bulgarların alması ve Egede kıyı sahibi durumuna gelmeleride ayrı bir sorun olmuştur.Sırbistan ile Yunanistanın yakınlaşmasından rahatsız Bulgarlar sürpriz bir saldırıyla 29-30 haziranda bu iki ülkeye saldırır.makedonyada başarılı olamayan Bulgar ordusu Romenlerinde kuzeyden taaruzuyla oldukça güç bir duruma düşer.Osmanlı fırsatı değerlendirir Bulgaristana savaş ilanıyla beraber Edirne yi geri alır.29 Eylül 1913 te imzalanan İstanbul anlaşmasına göre Kırklareli,Dimetoka ve Edirne Osmanlıya geri verilir.
Balkanların yitirilişi ulusal kimlik bilincini ortaya çıkarmıştır.Ulusal kimlik olarak artık Türk milliyetçiliği ön plana çıkmıştır.Çoğu uzmana göre 1912 de başlayan bu bilinç zorlu I.dünya savaşı ve İstiklal Harbi şartlarına mukavemette temel oluşturmuştur.

10 Mart 2012 Cumartesi

II.Osman Osmanlı tahtına oturmazdan önce saltanatın babadan oğula geçmesi örfü değişmiştir.III.Mehmed tahta çıktığında saraydan şezadelerin katli yasası gereği 19 cenaze çıkar.Bu hazin olay halk ve asker üzerinde derin bir etki yapar. III.Mehmed'in Oğlu I.Ahmed tahta çıktığında 15 yaşındadır ve henüz oğlu yoktur.Kardeşi Mustafa katledilmek istenilsede devlet ricali ve halkın olumsuz tepkisi üzerine öldürülmedi.I.Ahmed 1617 yılında vefat ettiğinde saltanat örfü gereği tahta 14 yaşında ki oğlu Osman değil kardeşi Mustafa devlet ricali tarafından getirilir.Babadan oğula geçen saltanat düzeni artık ailenin en büyüğünün başa geçmesi şeklinde (ekberiyet sistemi) değişir.
Padişah I.Mustafa Osmanlı saltanat tarihinde ağır psikolojik rahatsızlığı belgeli tek padişahtır.Akli dengesi yerinde olmadığı üzre devlet işlerini valide sultan idare eder.Devlet ricalinden Mustafa Ağa padişahın düştüğü gülünç durumları halka yayarak taht değişikliği için zemin hazırlar.
I.Mustafanın saltanatının 97.gününde ,sadrazamın İran seferi yüzünden İstanbul dışında olduğu zaman uygun durumun oluştuğunu gören Mustafa Ağa harekete geçer.Şeyhülislam ve sadaret kaymakamını ikna eden Mustafa Ağa,Divan-ı Hümayun toplantısından önce Mustafayı kilit altına alarak şehzade Osman'ı tahta çıkartır.Maaş (ulufe) için toplanan askerleride Mustafa taraftarlarına asker Mustafa'yı tahttan indirmek için toplandı diye lanse eder.
II.Osman tahta çıktıktan sonra Darüssaade Ağası Mustafa Ağanın etkisi altında olsada atılgan bir kişiliğe sahiptir.Kendisi yerine amcasını tahta geçiren devlet ricalini hemen azleder.Devam eden İran savaşları 1619 da Osman tahta çıktıktan sonra anlaşma ile bitirilir.Ancak Karadeniz kıyıları ve lehistan sınırındaki Osmanlı toprakları Kazak yağmalarına uğramaktadır.Kazaklar yağma ve talandan sonra lehistan (polonya) topraklarına geri dönmekte vur kaçlarla halka korku saçmaktadırlar.Bu sırada İstanbul tarafından görevinden alınan Boğdan Voyvodası Gaspar'ın isyan ederek Lehistana sığınması durumu iyice gerer.Özi Beylerbeyi İskender Paşa asi Voyvodayı bulmak ve cezalandırmak için harekete geçtiğinde Osmanlı kuvvetleri karşısında Boğdan Voyvodası ile beraber Leh askerlerini de bulur.
1620 yılında Yaş civarında yapılan savaşın galibi Osmanlı Ordusudur.Leh ordusunun barış talebi kabul görecekken Kırım Tatarlarının karşı görüşü sebebiyle harekata devam edilir kalan Leh ordusu unsurları Dinyester ırmağı kıyılarında yok edilir.
Bu zafer II.Osman'ın kişiliğinde derin bir değişikliğe sebebiyet verir.Ecdadı gibi cihangir fatih olmak hayalidir artık.Devlet büyüklerinin ısrarına rağmen barışın adınından bile bahsetmez,görüşme için gelen lehistan elçisi İstanbul'a sokulmaz.
Lehistan seferi öncesi kendisinden ay farkıyla küçük kardeşi Şehzade Mehmed'i boğdurtur.Ancak bu idam için devrin Şeyhülislam'ı Esad Efendiden fetva almak yerine Şeyhülislamlık hevesinde ki Rumeli Kadıaskeri Kemaleddin Efendiden fetva alır.
1621 yılı Nisanında yola çıkan Osmanlı ordusu Hotin kalesi önlerine gelir.Yolda bazı Yeniçeri grupları firar etmiştir.Firar edenlerin bahşiş verilecek bahanesiyle yoklama yapılarak tespiti Yeniçeriler arasında huzursuzluğa sebebebiyet verir.
Polonya ordusu Hotin önlerinde savunma savaşı için mevzi almış pozisyondadır.Genç padişahın tüm gayreti ve ataklığına rağmen askerin dikkat çekici gayretsizliği ve isteksizliği sayesinde Lehler bulundukları mevzilerden sökülüp atılamamıştır.Her ne kadar akıncı birlikleri Lehistan içlerine kadar girip büyük zararlar versede merkez ordusunun leh kuvvetlerinin savunma savaşı karşısında yaklaşık bir aydır duraklaması barış yapılmasını şart kılar.Eflak Voyvodası aracılığı ile yapılan anlaşma ile Hotin Osmanlılara geri verilir ve lehistan Kırım hakanlığına yıllık 40 bin akçe vergi ödemeye devam eder.
Hayalleri yıkılmış bir şekilde seferden dönen II.Osman bu durumdan Yeniçerileri sorumlu görmektedir.Bu yüzden tarihçilere göre Suriyede Türk ve Araplardan oluşan yeni bir ordu kurmak ve Osmanlı başkentini İstanbul'dan Kahire'ye taşımak gibi fikirlere kapılır.
Osmanlı hanedanı daha önce Anadolu beyliklerinden kız alıp evlenirken beyliklerin yok olması ve haremin sistem olarak oturup işlemesiyle beraber 16 yy dan itibaren cariyelerle evlilik sistematik bir örf halini almıştı.Bu geleneği ilk bozan II.Osman'dı.Saray dışından Şeyhülislam Esad Efendi ve Pertev paşanın kızlarıyla evlendi.Statükoya vurduğu bu darbe o dönemde hoş karşılanmadı.
Genç padişahın hatalarından biri de halka yakın olmak adına kendini sıradanlaştırmasıydı.Dönem halkın padişahın kişiliğine değil hanedana sadakat dönemiydi.Halktan soyutlanmış protokol kurallarıyla haşmetini gösteren bürokrasi devlet zaferler kazandıkça halk arasında görünmeyen hanedana bağlılığı perçinliyordu.Genç Osmanın halk arasında alenen gezmesi,uygunsuz vaziyette yeniçeri arayıp bulup cezalandırması tepki gördü.Herşeyin üstündeki makamken meyhane meyhane kolluk kuvveti gibi gezip yeniçeri arayıp cezalandıran bir hükümdarın sıradanlaşması normal bir sonuçtu.
Bir diğer hatası da Osmanlı bürokrasisinde Hükümdarlığın en önemli özelliklerinden biri olan Cömertliğe itibar etmemesi idi.Asker bahşiş ve ikramiyelerinin çok düşük oluşu kendisine karşı duruşu körükledi.
Tepkilere çok da aldırış etmeyen Genç Osman hacca gitmek üzre Üsküdarda Otağ kurunca sipahi ve yeniçeriler ayaklanarak ağa kapısında toplanır.Donanma askerleri ,halk ve bir kısım ulemanın da katılımıyla sayıları artan asiler padişahın hocasının,veziriazamın ve kızlarağasının kellesini ister.
Hacca gitmekten vazgeçen padişah durumun henüz ciddiyetinin farkında değildir istenen kişileri vermeyi derhal reddeder.Bunun üzerine asiler Topkapı sarayını yağmalar,bu arada isyancıların istekleri şekil değiştirmiştir; Mustafa'yı padişah olarak istemektedirler.Kentteki konaklar yağmalanır hapishaneler boşalır.Olaylar vahim bir hal alınca padişah kızlarağasını ve veziriazamı isyancılara teslim eder.Onların idamı dahi isyancıları yatıştırmaz I.Mustafa'yı padişah olarak tanıdıklarını ilan ederler.
Genç Osman çaresiz ve tek başınadır.Bursa'ya geçmek niyetindedir.Ancak içerden ihanetle saray kapıları açıldığı gibi binilebilecek bir tekne de ortada yoktur.Padişah Ağakapısına Yeniçeri kışlasına sığınmak zorunda kalır.
Yeniçeri Ağası Ali Ağa Genç Osman'ın yeni vaadlerini askere iletir.Kabul etmiş gibi gözüken asker ertesi sabah Ali Ağanında kellesini alır.Bu sırada I.Mustafa'nın annesi de kontrolu ele almaya başlamış Sadrazam ve Yeniçeri ağası tayin etmiştir.
II.Osmanın saklandığı yeri bulan askerler onu üstünde bir elbise başı açık ve elleri bağlı bir halde Orta Camiine getirirler.Yeni sadrazam Davud paşa hemen katlini emretsede Yeniçeri ileri gelenleri razı gelmez.Kapatıldığı yerden askerlere seslense de ikna edemez ,I.Mustafa saraya culus törenine götürülür adına hutbe okutulur.II.Osman bulunduğu yerden alınarak açık bir arabayla türlü aşağılamalar altında Yedikule zindanlarına getirilir.Asker dağıldıktan sonra Sadrazam Davud Paşa'nın yanındakiler harekete geçip idamı bitirirler.Tarih 16 Mayıs 1622 dir.
Padişahın katli çoğu kesimde tepki ile karşılanırken yeniçerilerin üzerine ''padişah katili'' etiketi yapıştı.Erzurum Beylerbeyi Abaza Paşa padişahın kanını dava ederek ayaklanır.Erzurum daki yeniçeriler katledilir.Abaza Paşa ya Maraş ve Trablusşam Beylerbeyleride katılır.Sayıları 30 bini bulan isyancı kuvvetler ellerine geçen yeniçeri,cebeci,topçu gibi ocak mensuplarını öldürürler.İsyan I.Mustafa döneminde bastırılamaz, IV.Murad döneminde Abaza paşanın af dilemesiyle sona erer.
Kimi tarihçilere göre II.Osman Osmanlıda ki kurumsal yapının kötü gidişine dur demek adına reformlar planlarken kurumsal statükonun sağladığı yararlardan vazgeçmek istemeyen çevreler tarafından bahaneler yaratılarak katledilmiştir.
Ancak bu kanı dönemin tarihçilerine tarihsel kayıtlarına göre değil 19.yy düşünce yapısını temsil eden yorumlara göre oluşmuştur.II.Osmana atfedilen pek çok reformist yaklaşımın bilgi belgesi mevcut olmayıp tasavvura dayalıdır.
Yeni bir ordu ile ilgili düşünceleri ve başkenti Kahireye taşımak istemesi dönemin kaynaklarında mevcut olup geri kalanları tarihsel kaynaktan ziyade yorum niteliğindedir.

5 Mart 2012 Pazartesi

Sokollu Mehmed Paşa Hakkında

Onaltıncı Yüzyılın kudretli sadrazamı ; Bazı tarihçiler onun büyük bir devlet adamı olduğuna vurgu yaparken kimileri hain olduğunu idda eder. Sokollu Mehmed Paşa Bosna'nın Vişegrad kazasının Rudo beldesinin Sokoloviç (Şahinoğlu) köyünde Sokoloviç soyadını taşıyan ailenin oğlu olarak Bayo (Bayiça) adıyla 16.yy başında dünyaya geldi.Çocukluğunda çobanlık yapan Bayo Mileşeva manastırında rahip olan dayısının yanına gelir.Bosnanın köklü bir ailesinden gelmektedir.Devşirme toplamakla görevli Osmanlı memurları için köklü ailelerden gelmek tercih sebebidir o zamanlar.15-16 yaşında olan Bayo hemen memurların dikkatini çeker.Ailesi Bayo'yu kaydettirmek istemez ancak devşirme toplamakla görevli yayabaşı Yeşil Mehmed Bey çocuğun geleceğinin çok parlak olduğunu söyleyerek aileyi ikna eder.
Kendisi gibi Bosna'nın köklü ailelerine mensub diğer kırk gençle beraber İstanbul'a padişahın huzuruna getirildi.Padişah Kanuni Sultan Süleyman'ın huzurunda da dikkat çekmeyi başardı ve Sultan Süleyman Bayo 'nun Edirne sarayında eğitimine başlamasını emretti.Küçük Bayiça artık Mehmed'di.
Edirne sarayındaki eğitiminden sonra ''Küçük Oda '' hizmetiyle Enderun'a devam etti.Hizmetleri padişahın takdirini kazandı.Küçük Oda'dan Hazineye ve Has Odaya geçti.Sırasıyla Rikabdar,Çuhadar,Silahtar,Çaşnigirbaşı ve Kapıcılar Kethüdası oldu.
1546 yılında Barbaros Hayreddin Paşanın ölümü üzerine Kaptan-ı Deryalığa atandı.Dört sene sonra 1550 de Rumeli Beylerbeyi 1554 de vezir olur.Kanuninin oğulları Selim ile Beyazid'in iktidar mücadelesinde Selim'e destek verir.1561 de Şehzade Selim'in kızı İsmihan Sultan ile yaptığı evlilik önünü iyice açar.1564 de Veziriazam olarak atanır.Bosna'lı Bayo Sokoloviç Osmanlı bürokrasisinin basamaklarını birer birer tırmanarak Mehmed Paşa olarak Osmanlının en güçlü adamıdır artık.
Kanunin son seferinde Zigetvar önlerinde yanında Sokollu vardır.Padişahın rahatsız olması sebebiyle seferin tüm gidişatıyla Sokollu ilgilenir.Zigetvarın fethinden bir gün önce Sultan Süleyman vefat eder.Düşmek üzere olan kalenin fethi öncesi Sokollu padişahın ölümünü ustaca gizler.Fetihten sonra Kanuninin ağzından fetihnameleri yazdırır ve yayar.Şehzade Selim'e bir mektup yazar Kütahya'dan ayrılarak yanına gelmesini ,dedikoduları önlemek içinde padişahın kışı Budin'de geçireceği Şehzade Selim'i de yanına çağırdığını söyler.Padişah hayattaymış gibi divanı toplayan Sokollu padişahın ağzından fermanlar yayınlar ve Selim gelene kadar tam üç hafta bu durumu ustaca idare eder.
Sokollu döneminin en talihsiz olayı, İnebahtı deniz savaşında Osmanlı donanmasının birleşik haçlı donanması tarafından yok edilmesi olmuştur.Açık denizde düşmanı karşılamak yerine kıyı hattı ve kara ordusuna dayanarak savaş hattına giren Türk donanması sayıca üstün haçlı donanması tarafından günün ilk ışıklarıyla başlayıp geceye kadar süren kanlı bir savaştan sonra imha edilir.Kayıplar büyüktür 20000 den fazla levent ve piyade ölmüs 140 parçadan fazla gemi yanmış yada batırılmıştır.Serdar-ı Ekrem Pertev Paşa'nın emirlerinin aksine komuta ettiği 42 parça gemiyle düşmanı daha açıkta karşılayan Uluç Ali Reis karşılaştığı Malta grubu gemilerine karşı muzaffer olur.Serdar-ı Ekrem bu savaşta iki oğlu ile beraber şehit düşer ,düşman Serdar-ı Ekremin kesik başını grandi direğine çeker.Buna karşılık Uluç Ali Reiste esir ettiği Malta Şövalyelerinin reisinin kesik başını kendi gönderine çeker.Uluç Ali Reis kendi gemileri ve esir ettiği malta gemileriyle beraber usta manevralarla harp sahasından sıyrılarak yaklaşık 80 parça gemiyle İstanbul'a yelken açar.İstanbul'a geldiğinde artık ismi Kılıç Ali Paşadır ve Kaptan-ı Derya'dırartık Sokollu tarafından dağılmış donanmayı ayağa kaldırmakla görevlendirilitr.Avrupa tarifsiz bir zafer sarhoşluğu içindedir,yenilmez diye efsanelere konu olan Türklerin yenilebileceğinin ispatıdır artık İnebahtı.Onlara göre artık Osmanlı donanması Akdenizde asla boy gösteremiyecek şekilde yok edilmiştir.Donanmasız kalan Osmanlı için azami süratle kıyıları koruyabilecek bir donanmaya kavuşmak yegane öncelikti.Karadenizden Alanyaya kadar tüm tersaneler müthiş bir faaliyete girişir.Ancak işin zorluğu ortadadır.Donanmayı kurmakla görevli Kılıç Ali Paşa tereddütlerini Sokolluya ''Gemilerin teknesinin yapılması mümkündür.Lakin gemi lengerlerini,yelkenlerini,sair levazımatın tekmilinin gerçekleşmesi zordur.'' diye açıklar.Veziriazam Sokollu tarihe geçecek sözlerle cevap verir ; ''Paşa , Osmanlının kudret ve kuvveti ol mertebededir ki donanma lengerlerini gümüşten,resenleri (ipleri) ibrişimden,yelkenleri atlastan temin etmek ferman olunsa müyesserdir.''
Bu arada mağrur Avrupada Venedik elçisini Osmanlının niyetini anlamak ve karlı bir barış anlaşması yapmak adına İstanbula gönderir.Elçi Barbora Veziriazamın gene tarihe geçen şu cevabını duyar ; ''Sizden bir krallık almakla (Kıbrıs'ı kastediyor) bir kolunuzu kesmiş olduk.Siz İnebahtı'da sakalımızı kestiniz.Kesilmiş bir kol yerine gelmez ama traş edilen bir sakal daha gür çıkar.''
Ne büyük gayrettir ki altı ay sonra Osmanlı 200 parça gemiyle Avrupa limanlarını vurmaya başlar.Donanmanın başarıları üzerine müttefikler 1573 yılında Kıbrıs'ın fethini kabullenerek 300 bin florin savaş tazminatı ödeyerek barış anlaşması imzalarlar.
Sokollunun tarihte oynadığı bir rolde Lehistan siyaseti üzerinedir.Osmanlı siyasetinde Lehistan toprakları Avusturya ve Rusyaya karşı tampondur.Lehistan kralı II.Sigismund 1572 de varissiz ölünce Polonyada iç çekişme başlar ve Rusların sınıra asker yığması üzerine Osmanlıda harekete geçer.Osmanlı aleyhtarı birisinin Lehistan tahtına geçmesi Osmanlının Eflak,Erdel ve Boğdan üzerindeki egemenliğini tehdit edecekti.Sokollu önce Fransanında desteklediği Henry de Valois'i destekledi.Sokollunun Leh beyleri ve psikoposlara etkisi ile kral olan Henry de Valois Fransaya kral olunca başssız kalan Lehistana tekrar Osmanlı taraftarı birisini seçtirmek için Veziriazam tekrar harekete geçti.Rusya ve Avusturyanın aleyhte faaliyetlerine rağmen Erdel Voyvodası Bathory'i kral seçtirdi.Osmanlı imparatorluğu artık Polonyanın hamisiydi.
Bazı tarihçiler Peçuylu İbrahim Efendi ve Katip Çelebinin eserlerini baz alarak Sokollu Mehmet paşayı Türk dünaysının kaderini değiştirecek Don ve Volga nehirleri arasındaki kanal projesini sobete etmekle suçlarlar.Onlara göre veziriazam bu çok hayati projenin başına hiç te bu işin adamı olmayan Kasım paşayı özellikle getirerek projeyi engellemiştir.Aksini iddia eden kaynaklara göre ise kanal projesi bizzat Sokollunun kendisine aittir.Aslına bakılırsa kanal çalışması Osmanlı askerlerinin hiçte alışık olmadığı soğuk ve düşman bir coğrafyada yapılmıştır.şartların zorluğu kavrayabilmek adına kanal projesi Ruslarında gündeminde olduğu üzre ancak 1952 yılında Sovyetler tarafından gerçekleştirilebilmiştir.Rakipleri ve özelliklede Lala Mustafa Paşa'nın sıklet merkezini Akdeniz üzerine kaydırması ve Kıbrıs seferide kanal projesinin rafa kalkmasında etken olmuştur.
Sokullu Mehmet paşanın tarihçiler arasında tartışma yaratan bir icraatıda Sırp Kilisesini yeniden canlandırmasıdır.1219 yılında İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesinden ayrılarak bağımsız olan Sırp Patrikhanesini Sırbistan'ın fethini 1459 da tamamlayan Fatih Sultan Mehmed kapatır ve cemaatini Ohri'de ki Bulgar Kilisesine bağlar.1557 ye kadar devam eden bu durum Sokollunun Sırp Kilisesini İpek'te tekrar açtırıp başına da kardeşi Makarije'yi patrik atamasıyla sona erer.
II.Selim (Sarı Selim) zamanında hakkında düşmanlıklar olsada padişahın itibar etmemesi ile mevkini korur.III.Murad zamanında da imtiyazını koruması aleyhinde faaliyetleri arttırır.Lala Mustafa paşa başta olmak üzere Şemsi Ahmet Paşa ,Şeyh Şüca,Padişahın hocası Sadettin Efendi ve defterdar Üveys'in Pdişaha telkinleri sonucu Sokollunun otoritesi yavaş yavaş azalır.İlk bürokratik by-pass denilebilecek uygulamalar başlatılır.Veziriazam devre dışı bırakılarak işler padişahın yazılı emirleri ile (hatt-ı hümayun) yürütülür.Sokolluya yakın kişiler ya sürülür yada sudan bahanelerle idam edilir.Buna rağmen Veziriazam istifa etmez III.Murad'da yaşlı veziriazamın kanına girmek istemez.
Ölümünün ardından pek iddalar vardır.12 Ekim 1579 günü Veziriazam konağındaki ikindi divanına arzuhal verecekmiş gibi gelen bir dervişin hançerlemesi sonucu ağır yaralanır ve kısa bir süre sonra vefat eder.Öldüren kişinin tımarının azaltılmasından şikayet eden bir Boşnak olduğundan,öldürenin İstanbulda idam edilen şeyhi Hamza Bali'nin intikimanı almak isteyen bir Hamzavi tarikatı mensubu olduğuna kadar iddalar mevcut olup suikastın ardında yaşlı Sokolludan kurtulmak isteyen III.Murad vardır diyen tarihçilerde vardır.

4 Mart 2012 Pazar

Yıldırım Bayezid Hakkında

Babası I.Murad'ın Anadolu ve Rumeli'de coğrafi sınırlar olarak büyüttüğü ve vasallık bağlarıyla sağlamlaştırdığı devleti, merkezi bir imparatorluk haline dönüştürmek isteyen dördüncü Osmanlı Hakanıdır. Savaş meydanında tahta çıkan ve yine bir savaş neticesi tahttan inen ilk Osmanlı sultanıdır.
Tarihi kaynaklarda I.Murad'ın üç oğlunun ismi geçer.Şehzade Bayezid,Yakub Çelebi ve Savcı Bey.Kimi kaynaklarda ise İbrahim adında bir oğlu daha olduğu ve şehzade İbrahim'in Bursa da vali olduğu, babasının ölümü üzerine hükümdarlığını ilan ettiği ,Yıldırım tarafından idam ettirildiği yazar.
Kardeşlerin en küçüğü Savcı Bey babasına isyana kalkışmış ve bu başarısız isyanın sonucunda önce gözlerine mil çekilmiş sonra da idam edilmiştir.Yakub Çelebi ise I.Kosova meydan savaşından sonra bizzat Yıldırım tarafından boğdurulmuştur.
Şehzade Bayezid yerli yada yabancı kaynaklarda isminden ziyade lakabı ''Yıldırım'' adıyla anılır.Savaşlardaki cesaret ve atılganlığı meşhur olan şehzadeye bu lakabın ne zaman verildiği hakkında pek çok farklı rivayet vardır.
I.Murad Balkan hıristiyanlarının topladığı orduyu 15 Haziran 1389 da Kosova ağır bir mağlubiyete uğratırken muzaffer Osmanlı ordusunun merkez hattını bizzat sultan Murad ,sol kanadı oğlu Yakub Çelebi ve Sağ kanadı da Şehzade Bayezid idare ediyordu.Muzaffer Sultan çoşkun tezahüratlarla harp meydanını dolaşırken yanına sokulmayı başarabilen Miloş OBİLİÇ adındaki sırbın kimi kaynaklara göre hançer kimilerine göre ise kargı darbesiyle ağır yaralanır.Padişah ölüm döşeğinde yoldaşlarına seferlerde cesaretini ispat eden Bayezid'in veliahtı olduğunu vasiyet eder.Kardeşi ile beraber kaçan düşman kılıç artıklarını takip ve temizlemekle meşgul Bayezid otağa geri çağrılır ve karar kendisine bildirilir.Hükümdar olarak ilk faaliyeti hayattaki tek kalan erkek kardeşi Yakub Çelebinin idamıdır.İdam kararını bizzat Yıldırım'ın mı yoksa devlet ricalinin mi verdiği çeşitli kaynaklara göre tartışma konusudur.
Murad Hüdavendigar'ın ölüm haberi Anadoluya ulaştığında Osmanlıya bağlı beylikler durumdan istifade için harekete geçerler.Rumelideki durumu stabil hale getiren Yıldırım süratle Anadoluya geçer ve 1389 dan 1390 kadar bir yıllık süre içersinde iki ayrı sefer ile Batı Anadoluda ki Aydın, Menteşe,Saruhan,Hamid,Germiyan ve Teke beylikleri ile Bizansa bağlı Alaşehir'i Osmanlı topraklarına katar.Batı Anadoluda hakimiyet tesis edildikten sonra Yıldırım Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey'in üzerine yürür.Çarşamba suyu iki devlet arasında sınır olur ,Beyşehir Osmanlılara bırakılır.Yıldırım'ın sonraki hedefi İsfendiyar bey idaresindeki Sinop olur,Kastamonu ele geçirilir.Yıldırım'ın Kadı Burhaneddin'in egemenliğindeki Osmancık'ı alması ve Anadolu da kesin hakimiyet arayışı iki hükümdar arasındaki düşmanlığı körükledi.Kolay kolay pes etme niyetinde olmayan Kadı Burhaneddin'e bağlı kuvvetlerle Yıldırım'ın oğlu Ertuğrul Komutasındaki Osmanlı kuvvetleri 1392 yılında Çorum yakınlarında Kırkdilim kalesi önlerinde Üç gün süren kanlı bir savaşa tutuştular.Osmanlı kuvvetleri mağlubiyete uğradı ,şehzade Ertuğrul da savaş meydanında can verdi.
Anadoluda ki hakimiyet savaşına ara vermiyen Yıldırım,Karaman hükümdarı Alaeddin Ali Beyin Ankarayı istila etmesi üzerine Akçay da yapılan savaşta Karaman ordusunu mağlub eder(1397)Yakalanan Alaeddin Ali Bey idam edilir.Toroslar güneyindeki bir kaç şehir dışında tüm Karamanoğlu toprakları Osmanlı hakimiyetine girer.Bu arada Yıldırım'ın diğer büyük rakibi Kadı Burhaneddin Bey Akkoyunlu reisi Kara Yülük Osman ile yaptığı savaşta ölür.Bu sayede Yıldırım Orta Anadoluya rahatça hakim olur.
Tam da bu günlerde Memlük Sultanı Berkuk ölmüş yerine geçen oğlu Ferec ise iç karışıklıklara hakim olamamıştır.Durumdan istifade etmek isteyen Yıldırım gözünü güneydeki Dülkadir ve Memlük topraklarına diker.Kısa sürede Elbistan,Malatya,Behisni,Hısnı,Mansur,Divriği,Kaht a ve civarı Osmanlıya boyun eğer.Bu dönemde başlayan Osmanlı-Memlük rekabeti 100 yıldan fazla sürecek ve bu rekabet Timur'un Anadolu seferine davetiye çıkartacaktır.
Yıldırım Anadolu hakimiyeti için mücadele ederken Rumeli deki faaliyetlerden de hız kesmemiştir.I.Kosova savaşından sonra hükümdar olunca Sırp Kralı Lazar'ın oğlu Stefan Lazareviç ile görüşür ve Stefanın kızkardeşi Olivera ile evlenir.Kral Lazereviç öldüğü güne kadar Yıldırım'a sadık kalmıştır.bu dönemde Türk Akıncıları Balkanlarda fırtına gibi esmektedir.Yıldırım Anadoluya dönerken gazi Evrenos beyi Vodena ve Vulçitrin'i ele geçirmeye memur eder.Evrenos Gazi 1390 yılından itibaren altı yıl Arnavutluk içine akınlar düzenler.Paşa Yiğit Bey 1391 de Üsküp'ü fetheder,Firuz Bey Eflak'a girer.Bu yıllarda Macaristan'a ait olan Belgrad önlerinde ilk kez Türk sancakları görülür.Ancak Osmanlının Anadoludaki duruma beka sebebiyle daha önem vermesi Rumelide ciddi saldırılara uğramasına da sebebiyet vermiştir.
Eflak prensi Mircea kuzey Dobruca ve Silistreyi ele geçirir.Venedik Mora yarımadası ve Arnavutlukta yayılmaya çalışırken Macarlarda Eflak Tuna ve balkanlarda baskılarını arttırırlar.Bu durum Yıldırım'ın Avrupa üzerinde yoğunlaşmasını gerekli kılar.Tuna üzerinden yürüyen Macar ordusunun Bulgarlarla birleşme ihtimali üzerine Bulgaristanı artık bir Türk vilayeti yapmak üzere büyük oğlu Süleyman Çelebi komutasındaki orduyu Tırnova'ya gönderir.17 Haziran 1393 Bulgar kralı Tırnova'yı teslim eder ve tahtından indirilir.Vidin de bulunan Bulgar veliaht prensi Stratsimir Macar kralı Sigismund'un yardımını ister.Yıldırım'da karşı bir hamle ile Sigismund'a karşı taht mücadelesine girişmiş olan Ladislas'a açık destek verir.Yıldırım vasalı olan tüm Balkan prenslerini ve Bizansın temsilcilerini 1394 de Serez'de toplar.Mora Despotu Theodoros'tan Venediklilere karşı Mora'da ki bazı şehirlerin kendisine teslimini ister ancak ne Bizans imparatoru Manuel nede Mora despotu bu isteğe yanaşmaz.Bunun üzerine Yıldırım Yunanistan'a girer.1387 de fethedilen ancak daha sonra kaybedilen Selanik'i 1394 de tekrar Osmanlı topraklarına katar.Güneye doğru hızla ilerler ve Tırhala ,Solona ve İzdin şehirlerini alır.1395 de kuvvetli bir hücümla Macar topraklarını vurur.Ardından eflak prensi Mircea'yı cezalandırmak için Eflak topraklarına girer.17 mayıs 1395 de Argeş nehri kıyısında yapılan savaşta Mircea yenilir ,Yıldırım tahtı vasalı Vlad'a verir.Daha sonrada Niğboluya girer ve eski Bulgar kralı Şişman'ı idam ettirir.
Yıldırım'ın başta İstanbul kuşatması olmak üzere Avrupaya karşı izlediği cüretkar siyaset tüm Avrupada rahatsızlık uyandırıyordu.İmparator Manuel'in Hristiyan aleminden yardım çağrısı süreğen bir hal almıştı.Osmanlı önce batı Anadoluya yerleşmiş sonra da Balkanlarda hakimiyetini tesis etmişti.Güçlü Osmanlı Venedik'in gelişmesinin temeli olan ticareti adalar denizinde tehdit ediyordu.Aynı şekilde ticaret yolları tehlikeye giren diğer şehir devletleride bu ortak kaygıları paylaşmaktaydı.Macar Kralı Sigismund'da Tuna'ya dayanmış Osmanlıya karşı haçlı seferi fikrine dört elle sarıldı.Bizans imparatoru ve papalığın gayretleriyle Avrupa Hıristiyanlık ortak paydasıyla, ''Türkleri geldikleri yere geri göndermek''parolasıyla birleşiyordu.1396 da büyük Haçlı ordusu iki koldan Osmanlı hükümranlık alanları üzerine yürüdü.Macar kralı Sigismund Sırbistan üzerinden hareketle Tunayı geçer ve Vidin,Orsava dahi Rahova kaleleri düşer.Haçlı ordusu Niğbolu önlerindedir artık.Bu arada istanbul kuşatması ile meşgul olan Yıldırım durumun vehameti üzerine dönemin şartlarına göre imkansız bir sürede ve hazırlık durumunda kuvvetlerini Edirne de toplayıp Niğbolu üzerine yürüdü.iki ordunun öncü unsurlarının kısa mücadelelerinden sonra 25 Eylül 1396 da iki ordu Niğbolu kalesi önlerinde ana unsurlarıyla savaşa tutuştu.Sonuç kesin Türk zaferi.
Muzaffer Hakanın İslam alemindeki ve Anadoluda ki itibarı son derece artar ismi yücelir.Bu zaferle gelen özgüveni Yıldırım'ı Asya Cihangir'i Timur'un karşısına çıkartacaktır.
Yıldırım'ın 1391 de başlayan İstanbul kuşatması surları yıkacak güç ve çapta topların olmayışı ve Osmanlı donanmasının henüz zayıf olmasından dolayı şehrin denizden yardım almasının önlenememesi gibi sebeplerle başarısız oldu.İstanbul Fatihini bir 62 yıl daha bekleyecekti.
İmparator Manuel umudunu Avrupa Hıristiyanlarından gelecek yardıma bağlamışken Yıldırım'da bu günkü Silivri'yi alarak burayı eski imparator VII.İoannes'in idaresine verdi ve bu durumu Manuelin otoritesini kırmaya yönelik kullanmaya çalıştı.Hatta 1393 te şehir halkı ile müzakere eden Çandarlı Ali Paşa VII.İoannes'i hükümdar olarak kabul ederlerse kuşatmanın kaldırılacağı sözünü Hakan adına vermişti.1396 da Şile'nin fethi ile Asyadaki Bizans varlığı sona erdi.Sultan 1398 de Anadolu tarafında Anadoluhisarı ve Göksu kaleleri ile Avrupa yakasına Büyük ve Küçük Çekmece kalelerini yaptırarak Bizans deniz ticaretini egemenlik altına almaya çalıştı.Bu günlerde Fransız Mareşal Boucicaut komutasında Fransız,Ceneviz ve venedik gemilerinden oluşan bir filo Konstantiniyenin yardımına geliyordu.Fransız mareşalin girişimleriyle imparator Manuel rakibi VII.Ioannes ile barışır ve tahtı ona bırakarak ortak düşmana karşı daha fazla güç toplamak üzere Avrupaya yelken açar.Şehir zor durumdadır ve Osmanlı sancaklarının surlarda dalgalanması an meselesidir.Ancak tarihin bir tesadüfü Osmanlı tarihinin en büyük kasırgası doğudan Anadoluya girmektedir ; Timur.
Timur fırtınasının Anadoluya yürüyüşü İstanbulun fethini engeller.
Osmanlı ordusu Timurla 1402 Ankara savaşına giriştiği vakit osmanlı kuvvetleri 60-70 bin Timur ordusu 160 bin mevcuda sahiptir. Timur ordusunun temeli hafif ve süratli süvaridir ayrıca Anadolu ağır zırhlı sayılabilecek 30 tane filide ilk kez Ankara savaşında görür.Osmanlı ordusunun ise ana unsuru piyadedir.Osmanlı şiddetli piyade saldırısı Timur'un filleri ve süratli süvarisi önünde eriyip gitmiştir.Ancak asıl bozgun Kara Tatarların ve Anadolu beylikleri askerlerinin saf değiştirip Timur'a katılmasıyla gerçekleşir.Şehzadelerde kumanda ettikleri kanatlarla meydandan geri çekilirken Hakan çekilmeyi reddeder,yanındaki sadık üç bin çerisiyle harbe devam eder ve bilindiği gibi esir düşer.
Anadolu Timur'un işgaline uğrar.Bursa dahil işgal hareketi batıya yayılır.Bir süre Anadoluda kalan Timur beylikler dönemini canlandırmaya çalışır, 1344 de Hristiyanların eline geçmiş aşağı İzmir'i geri alıp Aydınoğullarına verir ve kendisininde gazi olduğu propagandasını yapar.Esiri Yıldırım'ı başta çok iyi karşılar ve ağırlar.Oğlu çelebi Mehmed'in başarısız babasını kaçırma girişimleri olunca Bayezid hanı metal bir kafese kapatır.Osmanlının 4. Hükümdarı Bayezid Han esaretinden kısa bir müddet sonra Akşehir'de ölür.Kimi tarihçilere göre intihar ettiği vakadır.
 

26 Şubat 2012 Pazar

KAHRAMAN HAMİDİYE VE RAUF ORBAY
Unutulmuş tarihimizde kahraman bir gemi ve iade-i itibarı son yıllarda teslim edilmiş kahraman bir komutan dahi onun komutası altında sekiz ay cenk eden yiğitler, öyle bir destan ki geminin adı Hamidiye destanı kaleme alan Rauf Orbay ve yiğitleri.Bu gemi Türk ün en karanlık günlerinde 1913 te dünyayı ayağa kaldırmakla kalmadı ,tek başına düşman gemilerini, limanlarını vur kaç harekatlarıyla vurdu ,büyük kayıplar verdirdi ve muzafferolarak sağ salim vatana döndü.Mekanları cennet olsun.
Hamidiye ; Yapım yılı 1903 İngiltere Ağırlık 3600 ton Uzunluk 111.8 m Genişlik14.5 m. Max Sürat 22 knot (mil) Silahları değişik çaplarda 22 ad. Top namlusu 2 ad. Satıhtan satıhatorpido kovanı Personel toplam 300 kişi Yakıt kömür .

Bu gün dünya deniz harp akademileri Hamidiye ve harekatlarını akıncı gemi konseptinin ilk örneği olarak ders programlarında gösterir aynı konseptte savaşan alman kruvazörü Emden in aksine korsanlık yapmayarak uluslararası savaş kurallarına, kuralsız bir harp yapmasına rağmen uyması hem Türkün adınıyüceltirken Rauf beyin adını da uluslararası anlamda ölümsüzleştirir.Eski teba yunanın Averoff kruvazörü egeyi haraca keserken ,balkan harbinde izzet-i nefsi zedelenmiş onuru kırılmış bir millete 14 Ocak1 913 te Çanakkale boğazından çıkıp harekatına başlayarak övünç kaynağı olmakla kalmadı inançlı azimli bir avuç Türk' ün nelere kadir olduğunuda ispat etti.

Bitti denen pençeleri sökülmüş yaralı aslan Ali Osmanın denizlerdeki narası Hamidiye 14 Ocak 1913 te İstanbuldan hareketle Mecidiye kruvazörü ve Yarhisar muhribiyle beraber Çanakkale boğazından düşman tahakkümü altındaki Egeye çıktı.Mecidiye ve Yarhisarın çanakkaleye dönüşünü mütekaip Hamidiye boğaza dönmeyerek Semadirek adasını dolaşıp Simni batısından güneye inerek Şira (Syros) adası limanını bastı.Cehennemi bir ateşle limanı ve limandaki Makedonya isimli yunan kruvazörünü topa tuttu.Limandaki depolar tahrip edildikten sonra genel güney rotasında ilerleyip tüm düşman gemilerini atlatıp Giritin güneyinden geçerek beyruta varırlar.Demir atmalarını mütakip ufuktan dörtbacalı bir duman abidesi görülür ,Rauf bey bunun ünlü Yunan kruvazörü Averoff olduğunu düşünerek demir dahi almadan zinciri kestirerek kalkar , kaderin oyunubelki aslında gelen Averoff değil ileride Türk sancağı çekecek Alman gemisi Breslau (Midilli) dur.

Hamidiye 19 Ocakta Port Said’e ,20 Ocakta Süveyş’e (Mısır )geldi.Rauf Bey buradaki gazetelerden 15 Ocakta Türk donanmasının boğazdan çıkmayı denediğini ancak Averoff gemisinin ağır ateş gücü sebebiyle bunu yapamayıp boğaza döndüğünü öğrenir.Başkentle irtibat için Kızıldenizin güneyine Cidde limanına iner buradan İstanbulla telsiz muhaberesi kurar.

6 Şubatta Port Said’e gelen Hamidiye korkunç bir fırtınaya rağmen harekatına devam eder 14 Şubatta Maltaya gelir.Tarafsız limanda 24 saat kalabilecekken Rauf Beyin usta diplomatik manevralarıyla üç gün limanda kalır ve 450 ton kömür temin eder.Oradan Hayfaya Hayfadan Beyruta Beyruttan Antalyaya düşmanın burnunun dibinden pervasızca intikal eder.

Hamidiye gittiği her Osmanlı limanında çoşkulu bir tezahüratla karşılanır.Beyrutta iken 50 ton cephane ve 10.000 altını Arnavutluktaki birliklere ulaştırmakta Hamidiyeye düşmüştür.

12 Mart 1913 günü İtalya yarımadasının güneyinde Larosisimli bir Yunan gemisini batırdıktan sonra Şinkin limanına yöneldiler vetaaruz ederek girdikleri limanda altı gemiyi batırıp birinide ağır yaralayarak savaş dışı bıraktılar.Düşman bu yalnız kurdu imha için üç kruvazörünü seferber etmişti.

Kalan kömürleriyle kötü havaya rağmen gene düşmanı atlatarak İskenderiye (Mısır) limanına vardılar.Burada Müslüman halkın çoşkun tezahüratıyla karşılandılar.Şinkin baskını tüm dünyada yankı uyandırmıştı.

Hamidiye artık efsaneydi,görünmez, yakalanamaz,batırılamaz.Oysaki gerçek durum farklıydı gemi, personelin insanüstü gayreti savaşçılığı ve vatan sevgisiyle yürüyordu.10000deniz mili yol yapan geminin ayrıntılı makine bakımlarına girmesi gerekiyordu.Yakıt olarak kullanılan kömürü ikmal edebilmekte ayrı bir konuydu.En son kızıldenizi aşıp Kamerun limanından kömür ikmali yaptıktan sonra ciddi bakım görme gerekliliği yalnız kurt Hamidiyeyi 7 ay 24 gün sonra İstanbula dönmeye zorladı.

7 Eylül 1913 günü Hamidiye Yeşilköy önlerinde gözüktüğü vakit tüm İstanbul halkı bu ümitsiz günlerde onlara eski kahramanlıkhikayelerini hatırlatan bu kahramanları bekliyordu.Tüm İstanbul o gün Hamidiyeyi selamladı , belki de Hamidiye gelecek daha kötü günlerde Türkün daha da kızgın ateşlerle imtihan edildiği günlerde ümide ve elde avuçta hiçbir şey yokken dahi onur adına varolmak adına direnmeye kilometre taşı olacaktı....... 
Unutulmuş tarihimizde kahraman bir gemi ve iade-i itibarı son yıllarda teslim edilmiş kahraman bir komutan dahi onun komutası altında sekiz ay cenk eden yiğitler, öyle bir destan ki geminin adı Hamidiye destanı kaleme alan Rauf Orbay ve yiğitleri.Bu gemi Türk ün en karanlık günlerinde 1913 te dünyayı ayağa kaldırmakla kalmadı ,tek başına düşman gemilerini, limanlarını vur kaç harekatlarıyla vurdu ,büyük kayıplar verdirdi ve muzafferolarak sağ salim vatana döndü.Mekanları cennet olsun.
Hamidiye ; Yapım yılı 1903 İngiltere Ağırlık 3600 ton Uzunluk 111.8 m Genişlik14.5 m. Max Sürat 22 knot (mil) Silahları değişik çaplarda 22 ad. Top namlusu 2 ad. Satıhtan satıhatorpido kovanı Personel toplam 300 kişi Yakıt kömür .

Bu gün dünya deniz harp akademileri Hamidiye ve harekatlarını akıncı gemi konseptinin ilk örneği olarak ders programlarında gösterir aynı konseptte savaşan alman kruvazörü Emden in aksine korsanlık yapmayarak uluslararası savaş kurallarına, kuralsız bir harp yapmasına rağmen uyması hem Türkün adınıyüceltirken Rauf beyin adını da uluslararası anlamda ölümsüzleştirir.Eski teba yunanın Averoff kruvazörü egeyi haraca keserken ,balkan harbinde izzet-i nefsi zedelenmiş onuru kırılmış bir millete 14 Ocak1 913 te Çanakkale boğazından çıkıp harekatına başlayarak övünç kaynağı olmakla kalmadı inançlı azimli bir avuç Türk' ün nelere kadir olduğunuda ispat etti.

Bitti denen pençeleri sökülmüş yaralı aslan Ali Osmanın denizlerdeki narası Hamidiye 14 Ocak 1913 te İstanbuldan hareketle Mecidiye kruvazörü ve Yarhisar muhribiyle beraber Çanakkale boğazından düşman tahakkümü altındaki Egeye çıktı.Mecidiye ve Yarhisarın çanakkaleye dönüşünü mütekaip Hamidiye boğaza dönmeyerek Semadirek adasını dolaşıp Simni batısından güneye inerek Şira (Syros) adası limanını bastı.Cehennemi bir ateşle limanı ve limandaki Makedonya isimli yunan kruvazörünü topa tuttu.Limandaki depolar tahrip edildikten sonra genel güney rotasında ilerleyip tüm düşman gemilerini atlatıp Giritin güneyinden geçerek beyruta varırlar.Demir atmalarını mütakip ufuktan dörtbacalı bir duman abidesi görülür ,Rauf bey bunun ünlü Yunan kruvazörü Averoff olduğunu düşünerek demir dahi almadan zinciri kestirerek kalkar , kaderin oyunubelki aslında gelen Averoff değil ileride Türk sancağı çekecek Alman gemisi Breslau (Midilli) dur.

Hamidiye 19 Ocakta Port Said’e ,20 Ocakta Süveyş’e (Mısır )geldi.Rauf Bey buradaki gazetelerden 15 Ocakta Türk donanmasının boğazdan çıkmayı denediğini ancak Averoff gemisinin ağır ateş gücü sebebiyle bunu yapamayıp boğaza döndüğünü öğrenir.Başkentle irtibat için Kızıldenizin güneyine Cidde limanına iner buradan İstanbulla telsiz muhaberesi kurar.

6 Şubatta Port Said’e gelen Hamidiye korkunç bir fırtınaya rağmen harekatına devam eder 14 Şubatta Maltaya gelir.Tarafsız limanda 24 saat kalabilecekken Rauf Beyin usta diplomatik manevralarıyla üç gün limanda kalır ve 450 ton kömür temin eder.Oradan Hayfaya Hayfadan Beyruta Beyruttan Antalyaya düşmanın burnunun dibinden pervasızca intikal eder.

Hamidiye gittiği her Osmanlı limanında çoşkulu bir tezahüratla karşılanır.Beyrutta iken 50 ton cephane ve 10.000 altını Arnavutluktaki birliklere ulaştırmakta Hamidiyeye düşmüştür.

12 Mart 1913 günü İtalya yarımadasının güneyinde Larosisimli bir Yunan gemisini batırdıktan sonra Şinkin limanına yöneldiler vetaaruz ederek girdikleri limanda altı gemiyi batırıp birinide ağır yaralayarak savaş dışı bıraktılar.Düşman bu yalnız kurdu imha için üç kruvazörünü seferber etmişti.

Kalan kömürleriyle kötü havaya rağmen gene düşmanı atlatarak İskenderiye (Mısır) limanına vardılar.Burada Müslüman halkın çoşkun tezahüratıyla karşılandılar.Şinkin baskını tüm dünyada yankı uyandırmıştı.

Hamidiye artık efsaneydi,görünmez, yakalanamaz,batırılamaz.Oysaki gerçek durum farklıydı gemi, personelin insanüstü gayreti savaşçılığı ve vatan sevgisiyle yürüyordu.10000deniz mili yol yapan geminin ayrıntılı makine bakımlarına girmesi gerekiyordu.Yakıt olarak kullanılan kömürü ikmal edebilmekte ayrı bir konuydu.En son kızıldenizi aşıp Kamerun limanından kömür ikmali yaptıktan sonra ciddi bakım görme gerekliliği yalnız kurt Hamidiyeyi 7 ay 24 gün sonra İstanbula dönmeye zorladı.

7 Eylül 1913 günü Hamidiye Yeşilköy önlerinde gözüktüğü vakit tüm İstanbul halkı bu ümitsiz günlerde onlara eski kahramanlıkhikayelerini hatırlatan bu kahramanları bekliyordu.Tüm İstanbul o gün Hamidiyeyi selamladı , belki de Hamidiye gelecek daha kötü günlerde Türkün daha da kızgın ateşlerle imtihan edildiği günlerde ümide ve elde avuçta hiçbir şey yokken dahi onur adına varolmak adına direnmeye kilometre taşı olacaktı....... 
 
 

Muavenetin Goliath’ıBatırışı
12 Mayıs 1915’i 13Mayıs’a bağlayan gece ,bir devrin battığı yer Çanakkale’de Türk’ün kanla yazdığı destanın çok önemli bir paragrafını da aynı kutsal metinlerde Hz Davud’un dev Golyatı yendiği metinlere atıf yapar gibi 765 tonluk küçücük gövdesiyle 12950 tonluk azametli İngiliz devi HMS Goliath’ı ebediyyen sularımıza gömen Muavenet-i Milliye gemimiz ve onun kahraman personeli yazmıştır.

25 Nisan 1915 de başlayan kanlı kara savaşları kora kor devam ederken denizler tarihinin gördüğü en güçlü armadalardan biri ,müttefik donanması siperlerimizi kana buluyordu.Sıklet merkezi Arıburnu ve Seddülbahir olan cephelerde mücadele kıyasıya sürerken özellikle boğaz girişi olan Morto koyunda bulunan iki İngiliz gemisi HMS Goliath ve HMS Cornwallis tonajları ve atış güçleriyle birliklerimize ölüm kusuyorlardı. Fransızların Kerevizdere de ele geçirdiği mevzileri geri almak için amansız taaruzlar sürerken bu gemilerin ateş gücü büyük engel teşkil etmekteydi.İmkansız gibi gözüken bu 13’er bintonluk devleri etkisizleştirme görevi Gayret-i Vataniye ile beraber Marmara da denizaltı avı yapan Yüzbaşı Ahmet Saffet Bey komutasındaki Muavenet-i Milliye gemisine verilir.

Bu gazi Türk gemisi 1909 Alman yapımı olup 1911-12 İtalya Osmanlı savaşında boğazs avunmasında,1912-13 Balkan savaşlarında Yunanistanla yapılan deniz muharebelerinde,29 Ekim 1914 te Gayret-i vataniye ile beraber Rus limanlarından Odessa’nın bombardıman edilmesi görevlerinde bulunmuştu.2 ad 75 mm 2 ad 57 mm top ve 3 ad torpido kovanıyla mücehhez gemi 74 m lik boyu 2 stim türbünü makinesi ve çift pervanesiyle max 26 deniz mili sürat kapasitesine sahipti.

10 Mayıs 1915 te Çanakkaleye gelen Muavenet-i Milliye süvarisi Ahmet Saffet Bey’e yapılacak görev izah edildiğinde muhtemelen görevi verenler dahi başarı ihtimaline inanmıyorlardı. 12 Mayısa kadar süren hazırlıklarda geminin düşmanın tespit edemiyeceği şekilde sığ sularda seyir yapabilmesi için ekstra tüm ağırlıklar gemiden atıldı , 90 kilo tahrip şarjı içeren 3 torpido kovanlara yüklenirken bir tanesi yedek güverteye alındı.Türk bataryaları Muavenetin yapacağı taaruzdan haberdar edildi ,o gece bataryalarımızın ışıldakları Muavenetin geçeceği rotayı aydınlatmayacaktı ,eğer takibe uğrarsa bataryalarımız destek verecekti.

12 Mayıs 1915 saat 19:40 da mayın hatlarını geçerek Soğanlıdere mevkiinde taaruz saati olan geceyarısını beklemeye başladılar.13 Mayıs 00:30 Muavenet-i Milliye Rumeli kıyısına yamanıp süzülmeye başladı.Tüm ışıkları sönmüş vaziyette İngiliz muhriplerinin yanından geçti manevralar yaptı hiçbirisi farketmedi.Saat 01:00da iki düşman savaş gemisi görülür hale geldi.1200 mt menzile ayarlı torpidolar isabeti garantilemek için ölümcül şekilde yaklaşmayı gerektiriyordu.Ölümüne yaklaştılar cesur adamlar.Goliath’ın nöbetçi gözcüsüde onları farketti derhal ışıldakla parola ve isim sordu ışıldakla cevap vererek oyalayıp biraz daha yaklaştılar.Goliath’ın 300m sine kadar giren Muavenet süratle taaruza kalktı ve üç torpidosunu hedefe yolladı.Baş ve vasata üç mükemmel isabetle mağrur dev 750 mürettebatından 570 inide yanına alarak battı.Geldiği gibi aynı kuğu asaletiyle süzülen Muavenet-i Milliye karanlığın içinde düşman gemilerine yakalanmadan kayboldu.Tekrar düşmana gözükmeden boğaza girebilmeleri adına boğazın iki yakasında büyük dumanlı ateşler yakıldı bataryalarımızda, boğaz bembeyaz kesif bir dumana büründü.

Muzaffer savaşçı 05:00 da Çanakkaleye vardığı vakit Türk tarafında bayram havası esiyor bu moral dalga dalga tüm siperlerimizi sarıyordu.

Muavenetin bu başarısı İngiliz harp konseyini karıştırır.17 mayıs 1915 te harekatın fikirbabası meşhur Churchill ve Amiral Fisher Goliath’ın kaybıyla beraber istifa ederler.Cephe komutanı İngiliz İan Hamilton ‘’Düşman madalyayı haketti ‘’diyerek olayı mühürler.Dönemin İngiliz basının manşeti enteresandır ‘’ Davuts allama sapanıyla taşı attı,dev goliathı başından vurdu.’’.

Tanrı yiğitlerin mekanını cennet eylesin.
 

24 Şubat 2012 Cuma

18.02.1451
Osmanlı Padişahı II.Mehmed (FatihSultan Mehmet) Han İkinci Kez Osmanlı Tahtına Çıktı
 Bir devri kapatacak ve birdevleti imparatorluk azametine kavuşturacak Fatih Sultan Mehmet Han 1432 yılının 30 Mart günü Edirne sarayında II.Murad Hanın dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi.Annesi Türk soylu Hüma Hatundur.Sert dikbaşlı ele avuca gelmeyen bu şehzade devrin en önemli otoriteleri Molla Hüsrev ve Molla Gürani tarafından eğitilir.Haluk Şehsuvaroğlu’na göre son giydiği kaftana bakılırsa boyu 1.78 dir.
Kasapzade Mahmud ve Nişancı İbrahim lalalarıdır.Osmanlı geleneklerine göre devlet yönetimi provası için Manisaya Vali olarak gönderilir.

1444 de II.Murad’ın tahttan çekilmesiyle beraber 12 yaşında tahta çıkar.İki yıllık bir hükümdarlık döneminin ardından özellikle Çandarlı Halil Paşanın aleyhine tertipleri sonucu tahtı tekrar babasına bırakır.Genç şehzade kişiliği üzerinde derin izler bırakan bu olaydan sonra ,babasının vefat tarihi olan 1451 yılına kadar 5 yılManisa Sancakbeyliği yapar.18 Şubat 1451 de ikinci kez tahta çıktığında 19 yaşındadır ancak hırsı, çapı ve hayalleri yaşından kat be kat büyüktür.

‘’Fatih’’ Ünvanını sadece İstanbulu fethettiği için almamıştır.Otuz yıllık iktidarında girdiği her uğraşı her savaşı kazanmış Osmanlı sınırlarını ve hakimiyet alanlarını dört bir yönde genişletmiştir.

1452-1453 Rumelihisarının inşası…..1453 Bizansın yıkılışı ,İstanbulun fethi,Ayasofyanın camiye dönüştürülmesi,Moradespotluğu,Sırp krallığı,Trabzon Rum yönetimi,Ragusa devleti,Sakız ve LimnidekiCenevizlilerin vergilerle Osmanlı devletinin hükümranlığına bağlanması…..1454 Bugünkü Beyazıt meydanı ‘’Teodos Meydanı’’ yıkıntıları üzerine ‘’Eski Sarayın ‘’inşası, Sırbistan seferi ,Sırp kralı Yorgi Bronkoviç’in macar kralına sığınarakbarış istemesi Sırbistandan alınan vergilerin üç katına çıkarılması…..1456 EnezCeneviz kolonisi topraklarıyla Ege deki Semadirek ve Taşoz adalarının fethi.Sakızadası ve Boğdan Voyvodalığının Osmanlıya bağlanması…..1458 Mora seferi,Morayarımadasının (Güney Yunanistan) fethi….1459 Eyub Camii ve türbesinin inşası….1460 Eflak Voyvodası Vlad’a (Kazıklı Voyvoda)karşı sefer,Eflakın mutlak fethi….1461 Amasranın Cenevizlilerden alınması,Arnavutlukta isyan eden İskender bey(Alexander) ile ateşkes yapılması……1462 Trabzon Rum imparatorluğunun fethedilmesi, Midilli adasının fethi ,Candaroğulları beyliğinin Osmanlıya iltihakı……1471 Fatih Camii ve külliyesinin açılması,Alanya topraklarınınOsmanlıya katılması……1472 İstanbulda Çinili köşkün inşası,Silifkenin Osmanlıya iltihakı…..1473 Akkoyunlu hükümdarı Uzun hasan’a karşı Otlukbeli zaferi….1474 Kırımın Osmanlıya tabi olması….1475 Boğdan seferinin zaferle sonuçlanması….1476Belgradın kuşatılması….1477 Arnavutlukta Kroyanın fethi…..1478 Darphanede ilk altın paranın basılması,Venediklilerle barış yapılması…..1479 Gürcistan seferi……1480 Hersek’in Osmanlı topraklarına katılması.Gedik Ahmet Paşanın İtalya seferiyleOtrantoya çıkışı,Rodos kuşatması…..

1481 ; 2 imparatorluk ,14 devlet ,200 şehir fethetmiş ,yedinci Osmanlı Hükümdarı II.Mehmed , 3 Mayıs günü saltanatının 30.yılında 52 yaşında vefat etti.
 
Enver Paşa ve Kılıçla Ölüme Gidiş
Belki yakın dönem Türk ve Osmanlı tarihinin en fazla tartışılan figürüdür diye bir tanımlama yanlış olmaz herhalde,Enver paşa için.Aslına baktığınızda İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkez üyesi olmak dışında 1913 e kadar aktif siyasetle çok da katılmamıştır.
Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle 1902 den 1908 II.Meşrutiyete kadar cemiyet içinde gizli faaliyetlerle ilgilidir Enver Bey.Okulundan ikincilikle mezun olan ,içe dönük yapısıyla tanınan bu subay Balkanlarda komitacı ve eşkıya kovalar.Bu sıcak çatışma ortamının içinde çeteci kovalaması ilerdeki kişiliği üzerinde de çetin bir ruh hali olarak iz bırakır.Ölüm anında kılıcıyla mermiler üzerine yürürken aynı ‘’komitacı’’Enver Beydir o.
Haziran 1908 de birliğiyle beraber özgürlükleri getirmek adına dağa çıkar.II.Abdülhamid’le olan mücadeleleri burada başlar.Üzerine yollanan merkezi kuvvetleri her seferinde geri püskürtür.Cemiyetin Rumeli Müfettişidir artık.Saray 23 Temmuz 1908 de II.Meşrutiyeti ilan ettiğinde Enver Beyin ünü kendisini de aşacak şekilde ‘’Hürriyet Kahramanı’’ sıfatıyla tüm ülkeyi sarar.Resimleri gazete sayfalarında ,kartpostallardadır artık.
1909 yılı başında Berlin’e askeri ataşe olarak atanması ilerideki fikir yapısı için bir dönüm noktasıdır.Hürriyet Kahramanı olarak ünü Avrupaya da yayılmıştır.Avrupada da Türk Garibaldisi lakabıyla ilginin merkezinde olmuştur.Almanlar onunla özellikle ilgiliydiler ,kolonyal Alman dış siyaseti için olmazsa olmaz biridir Enver Bey.Enver’i yanlarına çekebilmek için her yola başvurmuştur Almanlar.Hatta bunların için kadın kullanmayı bile denerler.Ancak Enver beyin o işlerle alakası yoktur,çünkü 13 yaşında ki bir sultanla nişanlıdır ve ‘’Halife Damadı’’ ünvanına sahiptir.Ancak nihayetinde Almanlar ona E.Jaeckh adında bir Oryantalist vasıtasıyla ulaşmayı başarırlar.E.Jaeckh’in Enver Paşa’nın Türk-İslam hakimiyet düşüncelerinin olgunlaşmasında önemli payı olduğunu yazar tarihçiler.Enver Paşa’nın en yakınlarıyla bile paylaşmadığı fikirleri mektuplar kanalıyla bu çevreyle paylaşması tarihçileri doğrular niteliktedir.
23 Ocak 1913 te arkadaşlarıyla beraber Bab-ı Ali Baskınını gerçekleştirirler.Harbiye nazırı öldürülür,Sadrazam Kamil Paşa silah zoruyla istifa ettirilir ,Mahmut Şevket paşa Sadaret makamına oturtulur.22 temmuz 1913 te başarılı bir harekatla Edirnenin Bulgar işgalinden kurtarılmasını sağlaması ününü büsbütün perçinler.
Mahmut Şevket Paşanın muhalefet tarafından öldürülmesiyle İttihat ve Terakki içinde en çok sözü geçen kişidir artık.Rütbesi Mirliva’lığa (Tuğgeneral) yükseltilmiş olan Enver Paşa Ocak 1914 de Harbiye nazırı ve Genelkurmay başkanlığına getirilir.Ülkenin İttihat ve Terakki nin askeri kanadınca yönetilme sürecinde tek yetkili odur artık.
İngiliz ve Fransız dış politikaları ihtilal hareketlerinin kendi kolonilerine sıçrayacağı endişesi ve Osmanlı ekonomisi üzerindeki sömürü çıkarları yüzünden ittihat ve terakki ye karşı düşmancadır denebilir.Ülkenin Almanya ya doğru itilmesinde etkendir bu dışlama politikası.Savaşa giriş bahsinde uzunca konuşulduğu üzere Osmanlının savaşa girmesi kaçınılmazdı ancak tarihçiler bu noktada Enver paşayı savaşa girişteki zamanlama ile ve savaş kararı çıkarken sadece birkaç kişinin haberdarlığı ile gizli hareket etmek konusunda eleştirirler.
Savaşın genel değelendirmesine baktığınızda Çanakkale ve Kut-ül Amara zaferlerine ve Teşkilat- Mahsusanın çabalarına rağmen Kafkas ve Kanal seferlerinin başarısızlığı ön plana çıkar.İlan edilen cihad ile dünya Müslümanlarının sadece %5 i ilgilenmiş hatta Arap ihtilali Hicaz da başlamış ve Enver Paşanın çok güvendiği argüman İslam dayanışması boşa çıkmıştır.Tamamen çöken Ekonomi ile beraber 1918 de Suriye-Filistin cephesi çöker ,müttefiklerimizinde birer birer savaş dışı kalıp masaya oturmaları ‘’Şerefli Sulh’’ beklentisi içinde olan Osmanlıyı ümid edilenin aksine Mondoros da masaya oturtur.
Enver paşa II.Abdülhamid’in denge ve ihtiyat politikaları yerine örgütlü atak ve başkaldırıcı politikaları benimsedi.Gençleştirilen ordu kadrolarının Teşkilat-ı mahsusa kadrolarının Kurtuluş savaşına katkıları inkar edilemez.Örgütlü ve bilinçli davranılırsa en güçlü düşmana karşı dahi direnilebileceği tezi doğrudur Enver Paşanın.Ancak Toplum ve ülkenin içinde bulunduğu reel durumları dikkate almayıp kapasitenin çok üstünde hedeflere yönelmesi ,asıl amaçlarını tam anlayamadığı yabancı bir güce aşırı güvenmesi Enver paşanın hayallerine darbe vuran faktörlerdir.
Savaş sonunda İttihatçı önderlerden ayrılıp-Cemal ve Talat Paşalar-Türk İslam devrimi düşüncesini tek başına gerçekleştirmek için Almanya da ve Rusya da temaslarda bulundu.Anadolu da başlayan Kurtuluş hareketi ile de ilgileniyordu Enver Paşa ancak I.Dünya savaşının kayıpları o kadar büyüktü ki en yandaş ittihatçılar bile bu sıfatı kullanmamaya özen gösteriyorlardı.Nitekim Sivas kongresinde katılan üyeler İttihatçılık ve Fırkacılık yapmayacakları üzerine yemin etmişlerdir.Sakarya zaferi Enver Paşanın Anadolu hayalinin sonu olur,Bolşeviklerde sadece Ankara hükümeti ile işbirliği içine girmek isterler.Enver Paşanın da Bolşeviklerle zoraki birlikteliği biter.
Enver Paşa 1922 Ekiminin başında yanında sadece iki kişi olduğu halde Buhara ya gelir.Hedefler değişmiştir artık Enver Paşa için İngiliz emperyalizmine karşı İslam ayaklanması yerine Bolşeviklerle mücadele düşüncesi ağırlık kazanır.On ay boyunca eşine yazdığı mektuplardan başta ümit ve hayallerinin zaman geçtikçe ümitsizliğe ve hayal kırıklığına dönüştüğü görülmektedir.
Enver Paşanın buradaki faaliyetlerinde Orta Asya dinamiklerini çok iyi analiz edemediğini yazar tarihçiler.Enver Paşa, Zeki Velidi Togan gibi uzmanların Orta Asya Türkleri arasında 1920 lerde ki asıl mücadelenin Cedideciler (yenilikçiler) ve gelenekçiler arasında yaşandığı gibi uyarılarına kulak vermez.Çarlık devrilmesine rağmen hala yüksek olan Rus etkisini de çok dikkate aldığı söylenemez.Bölge ileri gelenlerininde Enver Paşaya daha önce Bolşeviklerle bir süre kurduğu ilişki yüzünden güvenleri tam değildir,ayrıca lojistik silah ve ihtilal için gereken maddi destekten yoksundur.
Yanlarına geldiği Lakeyler onu misafir değil adeta hapis ederler ,silahlarını bile taşımaktan aciz ederler.Çektiği ıstırap mektuplarından anlaşılmaktadır.Üç ay süren bir tutsaklıktan sonra serbest kaldılar ancak bir avuçtular 25-30 kişi kadar.Afganistandan gelen haberler ümidlerini iyice kırar Afganlılar İngilizlere karşı eylemden vazgeçmiştir,artık oradan bir yardım alamayacağı gibi oraya çekilmeside yersizdir.Bu arada Bolşevikler çemberi iyice daraltmıştır çevresindeki.
4 Ağustos 1922 günü Pamir dağlarının eteğinde, Abiderya köyünün halkıyla birlikte Cuma
namazını kıldılar. Düşmanın buraları çevirdiği bilinmekte ama hareketin onlardan gelmesi beklenmekteydi.Nitekim bir süre sonra Rus mitralyözleri köyü taramaya başladılar.Enver, dördü-beşi Anadolu Türk'ü, peşine düşen 25 kadar atlıyla mitralyöz yuvasını basmaya kalkar. Kurşunlara karşı,at üstünde yalın kılıç, bağırarak saldırırlar. Modern savaşın ne olduğunu çok iyi bilen bir başkumandanın bu davranışı, ancak gönüllü olarak şehitliği aramak biçiminde yorumlanabilir.
Açıkçası, bu bir intihar saldırışıdır.Bir kısım Rus ölür; ama hepsi de kurşunlara hedef olurlar.Enver Paşa'nm cesedinde yedi kurşun bulunmuştur. Atı 'Derviş' bile, vuruşmada ölür.
Buharalıların onu tamamen yalnız bıraktıklarını söylemek de yanlış olur. Doğu Buhara Beyleri'nin en vasıflısı, en sadık olanı ve en yiğidi Balcevan Beyi 'Devletmend' baskını öğrenince yardıma koşar ama geç kalmıştır. Atını Enver ve arkadaşlarının peşinden sürer ve o da kurşunların kurbanı olur.Ruslar Enver'in üzerindeki belge ve eşyaları alır, cesedi bırakıp giderler. Bütün şehitler iki gün boyunca açıkta kaldıktan sonra bir imam onları tanır, köylülere haber verir. Hepsini Abiderya köyünde bir pınarın başındaki Ceviz ağacının altına gömerler.İntiharcı bir atılım ile Enver'in kendini şehit ettirmesi, karakterinin doğal bir sonucudur.Öyle yüksek bir yerde bulunmuş,iddialı tezler ileri sürmüş ve dünyayı birbirine katan eylemler yapmıştı ki artık bir daha aynı düzeye ulaşamayacağını kesin olarak anlayınca, başka seçeneği kalmadığına karar vermiş olmalıdır.
"Şehidi Muhterem Enver Paşa Hazretleri Pek mukaddes ve âli bir maksat peşinde Buhara-yı Şerifin 'Belh-i Cevan' vilayetinin 'Çegan' nam mahalde Miladi 4 Ağustos 1922 ve Rumi 21 Temmuz 1338 ve Kameri 11 Zilhicce 1340 senelerinin kurban bayramlarının ikinci Cuma günü öğle vaktine karip bir zamanlar hun-u pakini (temiz kanını) mahalli mazkur toprakları üstüne akıta akıta kahramanane ve merdane bir surette rütbe-i şehadete nail olmuştur." Belgenin altında, bir mühür ve imza var: "Turan İhtilal Ordusu Türkistan Cephesi Kumandanı ve Emir-i Leşkir-i İslam-ı Buhara Enver Paşa'nın Naibi Miralay Ali Rıza.’’
Doğu Cephesi -2
İngilizlerin Irak ve Filistinde gösterdikleri başarılara rağmen genel durumun Ruslar açısından iyiye gitmemesi Rus tarafında ümitsizliği arttırırken Lenin önderliğindeki Bolşevikler 1917 yılında Kerenski hükümetini devirirler.7 Aralık 1917 de Rusya Almanya ile ateşkes imzalarken 16 Aralık 1917 de de Erzincanda Türklerle bir ateşkes imzalıyordu.
Ancak yıllarca Rus himayesinde bu topraklara zulmetmiş ,Ruslar tarafından eğitilmiş ve donatılmış Ermeni alaylarının ve çetelerinin bu ateşkesi kabul etmeye niyetleri yoktu.Vanda toplanıp organize olan 5 ermeni taburunun insanlık dışı vahşeti üzerine İstanbul ateşkesi bozar ve 3. ve 2. Osmanlı ordularına genel ilerleme emri verilir.Erzincana ilerleyen Kelkit’e giren Türk ordusunun genel yürüyüşü karşısında Bolşevikler barış istediler ve 3 Mart 1918 de Brest-Litovsk barış anlaşması imzalandı.
Bu süreçten sonra Rus kuvvetleriyle çatışma olmamış bundan sonra Türk ordularının karşısına çıkanlar Ermeni kuvvetleri olmuştur.Bu kılıç artıkları da yer yer direniş göstererek Erzurum-Van istikametinde ordularımız önünden kaçıyorlardı.13 Şubat 1918 de Erzincan 19 Şubat ta Bayburt Türk ordusuna kavuştu.22 Şubatta Erzincandan kaçmaya çalışan Ermeni milis alayları Sansa boğazında çembere alınarak yaptıkları zulümlerin bedelini ödediler.24 Şubat 12 Mart 1918 arası Trabzon ,Erzurum küçük çaplı direnişlerden sonra alındı.3 Nisanda Ardahan 8 Nisan da Van Ermeni komitacılardan temizlendi.14 Nisanda Batum 25 Nisanda Kars kurtarıldı.Ermeni güçlerinin ateşkes önerisi reddedilerek Tiflis ve Erivan yönünde harekata devam edildi.15 mayısta Gümrü yü Yakup şevki paşa gurubu ele geçirdi.
Bu noktada bahsedilmesi gereken ve Bakü’de ki Türk bayraklarının neden inmemesi konusunda anlatılması gereken bir öykü var.15.Türk Piyade Tümeni.
15.Türk Piyade Tümeninin savaştığı cephe ve coğrafyaya bakarsak sadece hayal edilebilecek bir manzara ortaya çıkar.Bu gazi birlik önce Çanakkalede sonra Romanyada sonrada Kafkasyada Türk Bayrağına şan vermiştir.
Rusyada 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra aynı yıl Azerbaycan Gürcistan ve Ermenistan bir araya gelerek Mavera-yı Kafkas hükümetini kurduklarını açıklarlar.18 Mart 1918 de stephan şaumyan önderliğindeki Ermeniler Azeri yönetimini devirerek Bakü’yü istila ile dört gün içinde 12000 Türk’ü katlederlerler.Ayrıca Bolşevik destekli Ermeni birliklerinin 30 mart 8 Nisan 1918 arası yaptıkları katliamın bilançosu 20000 Türk’tür.12 Mayıs 1918 kuzey Kafkasya hükümeti nazarında Azeriler yardım Osmanlıya müracat ederler.Yaralı pençeleri sökülmüş aslan genede kükremekten geri kalmaz.O artık kurtuluşunu Avrupalının inisiyatifinde değil yeşerdiği topraklarda görmektedir.Belki de aranan fırsat budur düşüncesi hakimdir.
Nuri Paşa halkın sevgi gösterileri içinde Gence ye gelerek karargahını kurar.Bu arada Ermenistan ,Gürcistan ve Azerbaycan ayrı ayrı bağımsızlıklarını ilan eder.Yakup şevki paşa ilerleyerek Karakiliseyi ele geçirir.28 haziran 1918 de Bolşevik-Ermeni kuvvetleri ile Salyan muharebeleri başladı.6 temmuzda Aksu şehri ermeni işgalinden kurtarılır.10 Temmuzda 5 gün 5 gece süren kanlı savaştan sonra Kürdemir şehri Ermeni ve Bolşevik Rus işaglinden kurtarılır.19 Temmuzda kanlı muharebelerden sonra Nahçıvan Ermenilerden temizlenir.20 temmuzda Şamahı şehrine Türk sancakları çekilir.30 Temmuz Kobi şehri Ermenilerden temizlenir.3 ağustos Kuba ele geçirilir.Türk subaylarının teşkil ettiği Dağıstan Alayları 4 Ağustosta Vladikafkas’ı ele geçirir.5 Ağustos Baküye yapılan I.Türk taaruzu başarısız olur.Kuzey gurubu 21 Ağustosta Marazı şehrine Türk sancağını asar.14 Eylülde II.Bakü taaruzu başladı 2 gün 2 gece devam eden sert çarpışmalardan sonra Bakü kurtarıldı.25 Eylül 1918 Türk birlikleri Karabağ’a girdi.6 Ekim Karabağdaki Derbent şehri Türk taaruzuna dayanamıyarak düştü.27 Ekim de Timurhanşura düştü,
Zaferler peşi sıra gelirken Türk kılıcı Kafkaslarda kanla destan yazmaya devam ederken Ekim 1918 de müttefiklerimiz savaştan çekilir ve 30 ekim 1918 Mondros mütarekesi imzalanır.Ancak Türk birlikleri mütarekeye rağmen 8 Kasım 1918 e kadar uğraşa devam ederler.O kısacık sürede Dağıstan düşmandan temizlenir.Son zafer olarak Petrovsk kentinde Türk sancağı dalgalanır.
16 Kasım 1918 de mütareke gereği Türk birlikleri kafkasyayı tahliyeye başlar,çok kısa bir zaman sonra Bakü İngilizler tarafından işgal edilir.
Doğu Cephesi
Birinci Dünya savaşı boyunca Osmanlı 4 cephe açmıştı.Çanakkale,Suriye,Irak ve Doğu Cephesi.
Bunlardan ilk üçü gelişim süreçleri itibariyle dar yada sıkışmış cephe haline dönüşür.Yani Çanakkale muharebeleri Gelibolu yarımadasına,Suriye cephesi Akdenizden Şeria nehrinin doğusuna ,Irak cephesi ise Dicle nehrinin iki tarafına sıkışırken Doğu Cephesi harekatları Karadenizden Hamedan’a (Batı İran) kadar olan yaklaşık 1000 km. lik bir hatta, karşılıklı olarak 16 kolordunun 10 süvari tümeninin birbirlerine karşı yerine göre siper,yerine göre saldırı,yerine göre kale ,yerine göre yarma savaşları yaptığı bir mücadele olmuştur.
Bu yönüyle Osmanlının savaştığı diğer cephelerden farklıdır.Ancak popüler bir yaklaşımla Doğu Cephesi uğraşları bildik anlamda savaşın sadece bir bölümünü oluşturan Sarıkamış harekatına yada harekatın doğruluğu yanlışlığı Enver Paşanın hatalı hatasız oluşu üzerine tartışmalara indirgendiğinden bu cephede yapılan diğer fedakarlıklar kahramanlıklar destanlar hak ettiği ilgiyi bulamamıştır.Ayrıca bu cephede Türk tarafının çetin doğa ve lojistik imkansızlıklara rağmen cesaretle sağladığı savaş alanlarındaki zaferlerin taçlandırılmak yerine gölgede kalmasına sebebiyet veriyor ki bu çok üzücü.
Doğu Cephesinde Türklerin genel anlamda I.Dünya savaşının sonuçlarını nasıl etkilediklerini irdelemek bu cephede ve diğer cephelerde yapılan fedakar işlerin ne derece önemli olduğu açıklayacaktır.
Rusların savaş öncesi planları direnemiyecek yada aktif olmayacak bir Türkiye üzerine kurgulanmıştır.Türkiye tarafsız kalırsa Ruslar tüm güçlerini Almanya üzerinde yoğunlaştıracaklar zaferden sonra sıra ebedi emelleri Anadoluya gelecekti.Diğer Rus taktik planı ise Rusyanın sadece Türkiye ile savaşması üzerine idi.Türklerin Almanya yanında harbe girmesi ise bu taktik planların tümünün rafa kalkması demekti.Savaş boyunca Ruslar sürekli kayıpları kapatmak suretiyle Kafkasya ve Doğu Anadoluya 1,5 milyon asker sürdüler.Avrupa cephelerinden çekilen bu askerler Alman çıkarları için uygundu.
Mareşal Fevzi Çakmak’ın bu konuda çok ilginç tespitleri vardır.Fevzi Çakmak’a göre Alman general Erich Von Falkenhayn ,batıda sert savunma yapmak yerine Rusların Kafkasya zafiyetinden yararlanıp asıl kuvvetleriyle Rusları kesin yenilgiye uğratmaya çalışsa,balkanlarda Sırbistan üzerine yürümek gibi gereksiz işlere girmese,Kafkasyada 1,5 milyon Rus’u ,Irak Suriye ve Çanakkalede 1,5 milyon müttefik askerini oyalıyan uğraştıran hırpalayan Türk kuvvetleri sayesinde ,Romanya ve İtalya tarafsız kalabilecek,Amerika henüz savaşa dahil olmadan Fransa ve İngiltereye karşı bir Alman-Türk-Avusturya zaferi gündeme gelebilecekti.
Türkler hangi açıdan bakılırsa bakılsın savaşın gidişatını sonuçlarını-ki bu savaş Türkler için yenilgi advedilsede-etkileyen en önemli faktör olmuşlardır.
Bahsi geçen ana cepheler hariç Cezayir.Tunus,Trablusgarb ve Aden de,Avrupada ise Makedonya ,Galiçya ve Romanya da toplam 6 milyon müttefik askeri Türk ordularıyla uğraşmak zorunda kalmıştır.Büyük Rus insan kaynağına rağman Türk direnci savaşın iki yıl daha uzamasına neden olur.
Fransız harp tarihçisi Larcher ‘’I.Dünya savaşında Türk harbi’’ adlı eserinde Almanların Avrupada Rus ve İngilizler karşısında cephelerde tutunabilmesinin yegane sebebi Türklerdir der.Ayrıca Türkler yüzünden Rusyada ihtilalin hız kazandığını ,savaşın uzak cephelere yayılmasıyla beraber iki yıl daha uzadığını yazar.
Türklerin kanlarıyla savaşı iki yıl daha uzatması her iki tarafta iyice hırpalandığı için Avrupalı müttefiklerde Almanyayı ezmek yerine barış yapma isteğini doğurur.Bu şekilde Alman toprakları bizim gibi büyük bir işgal acısı görmeden savaşa son verildi.Oysa Almanyanın müttefikler tarafından ezildikten sonra paylaşım ve bölünme haritası masa üzerindeydi.Almanya I.Dünya savaşı sonunda bizim kadar ağır bir işgal acısı yaşamadıysa dökülen her bir Türk kanı için her bir Almanın müteşekkir olması gerekir.Ancak barışa giden yolda müttefiklerimizin ihanetleri ayrı birer tartışma ve yazım konusudur.
2 Ağustos 1914 teki seferberlik emrine göre Türk Doğu ordusu 3.Ordu ,alanı 6 bölgeye ayırarak ,Rus ilerlemesi halinde özellikle Erzurum da kuvvetli savunma yaparak ,Ardahan ve Batum üzerinden taaruz maksatlı yığınağa başlar.Aynı anda Rus ordusu da yeni birliklerle bölgeyi takviye eder.Rusların en büyük korkusu Kafkasyada bir Türk-İslam ihtilalidir.Bu konuda en sert tedbirleri uygulamaktan çekinmezler.
29 Ekim 1914 de ki meşhur Karadeniz limanları baskınından sonra Ruslar 1 Kasım 1914 de genel taaruza başlar.Köprüköy Muharebeleri (6-13 Kasım 1914) ve Azap Muharebeleri (14-18 kasım 1914) ilk mücadelelerdir.Bu muharebelerde M.F. Çakmak’a göre Ordu komutanı İzzet Paşa ile Enver Paşa arasında ki fikir ve taktik ayrımlara rağmen hareket serbestiyesi verilen birliklerin üstün gayretli taaruzları sayesinde bu muharebeler kazanılır.18-21 kasım 1914 arası Artvin batısındaki Rus karakolları yüzlerce esir ile birlikte ele geçirilirken Artvin ve Borçka Türklerin eline geçer.19 Kasım 1914 Tutak Muharebesi ki Ruslar ezici bir çoğunlukla saldırırlar.Ancak Türk ihtiyat süvari birliği yetişir.Abdülmecid Bey 300 süvarisiyle düşman üzerine cesaret ve akıl sınırlarını zorlayan bir saldırıya başlar.Rus topçusunun süvarimiz üzerine ateşini desteğe gelen Türk topçusunun ateşi zanneden mevzideki alaylar genel hücüma kalkar.Oysa meydanda tek Türk top bataryası dahi yoktur.Rus süvarisi ve piyadesi sayıca ezici çoğunluğa sahip olmasına rağmen bir anda bozgun havasına girer,delice Türk taaruzu Rus birliklerini böler,binlerce ölü ve mühimmatı geride bırakan Rus kuvveti çekilir.Panik halinde Ağrı ovasına kaçan 1.Kazak Tümenini 261.Türk Alayı kıstırır.Çatışmalar çok çetin çok kanlı olur.İşte unutulan yada Sarıkamış tartışmalarının gölgesinde kalan Türk zaferlerine küçücük örnekler.
Sarıkamış Harekatına kadar çok geniş bir sahada Azerbaycan-Van ve Revandiz-Tebriz hatlarında geldilerle gittilerle zaferle mağlubiyetle kanla dolu çatışma ve harekatlar sürer.
Sarıkamış harekatı hep Allahuekber dağındaki kayıplarımız ile özdeşleştirilse de doğu cephesindeki eş güdümlü büyük bir hamlenin sadece bir ayağıdır.Bu arada Harekatta olan ordumuza yiyecek ,erzak ,kışlık melbusat getiren üç gemimiz İstanbuldan Trabzona giderken 7 Kasım 1914 de batırıldığını hatırlatmakta yarar var.Tonlarca malzeme yüklü gemiler eş güdüm ve eskortla Trabzona ulaşabilse harekatın kaderini ne derece etkilerdi uzun bir tartışma konusu.Bu gün bacak kadar çocuklar bin kusur yolcunun öldüğü Titanic in ismini ezbere biliyor ancak 3000 i aşkın vatan evladının şehid olduğu nakliye gemileri Bezm-i Alem,Bezm-i Ahmer ve Mithat Paşa gemilerinin adlarını bilen duyan anan var mı acaba.Soğuk karanlık denizlerde kaybolan o 3000 vatan evladının da ruhu şad olsun.
Sarıkamış harekatının askeri yönü askeri tarihçilere kalsın isterim.Taktiksel anlamda yargılamalar şöyle olsaydı böyle yapılsaydı tarzı değerlendirmeler bizi aşan şeyler.Ancak zayiat sayısının yüksekliği bir zaferi yüceltmediği gibi zayiatın azlığıda anlamını daraltmaz.Örnek vermek gerekirse Kurtuluş savaşının anlamı ve sonuçları şehid ve yaralı sayılarına bakılarak başka bir savaşla kıyaslanabilir mi?
M.F. Çakmak Sarıkamış harekatını çok güzel özetliyor.’’Cengiz Hanın bir sözü vardır.Yesuntay gibi ender özelliklere sahip bir komutan yoktur.En uzun yürüyüşlerde yorgunluk açlık susuzluk duymaz ancak askerlerini de kendi gibi zanneder.Komuta ettiği kişilerin açlık susuzluk ihtiyaçlarını anlayamaz.İşte iki genç komutanımız herkesi kendileri gibi görerek kuvveti boşa harcadılar.13 ve 16 Aralıkta ki Rus panik ve bozgunundan istifade etmeyerek yenilgiye zemin hazırladılar.’’
Maslofski ; ‘’Soğuktan donan Türkler son kurşunlarını atmışlardı.Kazanmalarına ramak vardı .Bu planın başarısı halinde faydaları tartşılmazdı.Türklerin sabır ve cesaretini Almanlar hiç anlayamadılar.’’
İngiliz General Townshend ‘’Türk askerinin cesareti muhakkak.Yarı aç ve çıplak Türk ordusu öyle bir kararlılık gösterdiki az kalsın başarıyorlardı.’’
Guze ‘’ Bu harekat başarılabilseydi Azerbaycan ayaklanması,Bakü petrol kuyularının elde edilmesi mümkün olurdu’’
Sarıkamışa katılan Türk asker mevcudu 112.000 kişidir.Erzurumdan gelen 6000 kişilik destek taburlarıyla toplam 118.000 mevcut harekata katılmıştır.Rusların kuvvetide bu civardır.Ruslar çoğunluğu yaralı ve hasta olmak üzere 7000 civarı esir almışlardır.Rus ordu kayıtlarında üç ayrı kaynak karşılaştırıldığında Rusların 23000 civarı Türk cenazesini toprağa verdiği öğreniliyor.Özellikle 11.kolordunun Türk tarafında kalan donarak kayıplarıda buna eklenirse 33 bin şehid ve 7000 esir toplam 40000 kayıp verilmiştir.Rus kayıtlarıda Rus kayıplarının 30 bin civarında olduğunu yazar.Uzun yıllardır telaffuz edilen 90 bin rakamı Fransız Larcherin tahmini rakamıdır.Larcher Türk 150.000 diye veriyor.90 bin şehid ve 12000 sağ dönen diye yazıyor.Bu durumda Rusların 40 ila 50 bin esir alması gerekirki durum hiçbir kaynakça doğrulanmaz.Rakamın yüksek telaffuz edilmesinin sebeblerinden biri de sağ dönen ancak firari durumunda olanlar yada hareket serbestisi olduğu için çetelere katılanların tam sağlıklı kayıtları olmadığı içindir.Ancak şartların ağırlığı hastanelerin ihtiyacı karşılamaması tıka basa dolu olmasıyle beraber tifo tifüs dizanteri ve benzeri hastalıklardan ölenler yada çekilme esnasında doğa şartlarına yenik düşenlerde dahil Türk kaybı kaynaklarca 60000 olarak değerlendirilir.
Bu galibiyetten cesaret alan Ruslar Odessa da toplanmakta olan 7.Orduya kuvvet kaydırarak tekrar İstanbulu işgal hevesine kapıldılar.Yavuzun yaralı olmasından cesaretle Rus donanması boğaz yaklaşma sularını bombalar.İkinci kez geldiklerinde onarılan Yavuz ve donanma Rus donanmasını geri püskürtür.
1915 yılı baharında Ermenilerle birleşerek güçlenen Rus birliklerinin taarruzu başarılı oldu. Ruslar, Van ve Malazgirt'i aldılar 22 Temmuzda başlayan karşı taarruzla Van ve Malazgirt 25/26 Temmuz 1915'te kurtarıldı. 1916 yılında Grandük Nikolas, Rus kuvvetlerinin başkomutanı olunca, Ruslar Kafkasya'daki kuvvetlerini artırarak taarruza geçtiler. 16 Şubat 1916'da Erzurum düştü. Trabzon'a da bir kolorduyla ilerlediler. 3. Ordu, Kemah-Refahiye-Tirebolu hattına çekildi. Mart 1916'da Bitlis, Muş, Van, Hakkari de Ruslar tarafından işgal edildi. Hükümet, Çanakkale Bölgesinde bulunan 2. Ordu'yu Kazım Karabekir komutanlığında doğu cephesine kaydırdı. 10 Mart 1916'da atama emrini alan Mustafa Kemal, Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun komutanı olarak, 15 Mart 1916'da Doğu Cephesinde göreve başladı. 7/8 ağustos 1916'da Muş ve Bitlis Ruslardan kurtarıldı. Yıl sonuna kadar Ruslarla savaşa devam edildi. 1917 yılında Rusya'da iç karışıklıklar başladı. Ekim 1917'de Bolşevikler devrimle yönetime el koydu. Yıl boyunca Rus birlikleri işgal ettikleri topraklardan çekildiler. 18 Aralık 1917'de Ruslarla Erzincan Mütarekesi yapıldı. Mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu Anadolu'yu tamamen terk etti. 1917 kışı, hem Türkler hem de Ruslar için güç şartlarda geçti. Soğuk ve hastalıklar sebebiyle iki tarafta ağır kayıplar verdi. Daha sonra 3 Mart 1918'de Brest Litovsk anlaşamsı yapılarak Kars, Ardahan ve Batum'un Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılması saptandı. Rus birliklerinin geri çekilmesi üzerine, savaş sırasında kurulmuş bulunan Ermeni taburları Türk halkına saldırdı. 3. Ordu Ermeni çeteleriyle savaşmak zorunda kaldı. Ermeni kuvvetleri bozguna uğratılarak Nisan 1918 sonuna kadar, Kars, Ardahan, Batum kurtarıldı ve Gümrü'ye girildi.
(Sürece Devam)